Selamlar
Günün konusu, mutluluk üzerine yaz.
Beni nelerin mutlu ettiğini yazdığım postun son cümlesi, mutlulukla ilgili düşüncemin özeti aslında.
Bence, mutlu olmak için ihtiyacımız olan tek şey, mutlu olmayı bilmek. Bugünlerde, sanırım blogda günlük yazma planım olunca, etrafıma farklı bir gözle bakmaya başladım. Bir çeşit veri toplama telaşına girdim sanırım :)
Bu gözlemlerin sonunda tespitlerimden biri; insanlar, hayatı "alacaklıyım" duygusu ile yaşıyor. Sanki dünyaya gelince onlara bazı vaatlerde bulunulmuş, şimdi de bu vaatler yerine getirilmiyormuş gibi. Sanki hayatın onlara borcu var ödemiyormuş gibi. Hep bir, "böyle olmalıydı, şöyle olmalıydı bla bla bla" Bu ruh haliyle zaten mutlu olmak imkansız.
Mutlu olmak için her şeyden önce mutmain bir kalbe ihtiyaç var bence. Nasibe inanmak. Şükretmeyi bilmek gerekir. Şükretmekten nasipsiz birinin mutlu olması olanaksızdır.
Burada nasip kavramını biraz açmak istiyorum. Bir köşeye çekilip, miskin bir hayat yaşayıp, sonrada nasip değilmiş, avuntusundan bahsetmiyorum. Yine büyüklerden kalan güzel bir söz vardır. "biz seferden sorumluyuz der, zafer Allah'tandır." Yani üstümüze düşen vazifeleri layıkıyla yerine getirdiysek, olmasa da üzülmeyiz artık. Biz üstümüze düşeni yaptık, nasip değilmiş, diyebilir, bunun iç huzurunu yaşayabiliriz.
Sokrates, ahlaki davranışı, mutlulukla açıklıyor. Ahlaki davranışın amacı mutluluktur diyor. Haksızda değil, birine zarar vererek, hem de bile isteye.... Hafazanallah, korkunç bir vicdan yükü. Bu yükle kişinin uzun süre mutlu yaşaması neredeyse imkansız.
Size hiç bahsetmedim çünkü benim kabul etmem de zaman aldı. Eski komşum var benim. Adı Hamiyet. Kayseri'nin bir ilçesinde oturuyor ailesi. Hamiyet dünya iyisi biridir. Çok severim. 10 yıldan fazla zamandır tanışırız, 8 yıldan fazla komşuluk ettik. İncinmedik birbirimizden. Süreçte ailesi ile de tanıştık. Tertemiz, pırıl pırıl Anadolu insanı ailesi de. 4 kardeşler. En küçükleri Taha 23 yaşında, kızımla aralarında ay farkı var. Liseden sonra, bir yardım kuruluşunun gönüllüsü olarak, dünyanın değişik yerlerinde ki yetimlere ulaşma gayretindeydi. O faaliyetler sırasında tanıştığı bir hanım kızla 40 gün önce evlendi. Düğünlerine gidemedim diye üzülüyordum. Kayınvalidem hastane işleri için, Kayseri'ye gelmişti. Beş gün önce bir haber aldım, Taha arkadaşları ile maç yaparken, kalp krizi geçirip vefat etmiş. Yaşadığım şoku, üzüntüyü anlatamam. Daha bugün arayabildim Hamiyeti. Çünkü dediğim gibi, aldığım haberi ben daha yeni yeni sindirebiliyorum diye. Hamiyetle konuştuk. Tükenmiş üzüntüden tabi, sesi çıkmıyor. Ama dediği bir şey var, unutmam imkansız.
"Abla içimde koca bir yangın var, akşam yatıyorum o yangınla sabah kalkıyorum o yangınla. Fakat sanma ki Allah'ın hakkımızdaki bu hükmünden şikayetimiz var. Benim kardeşim, gencecik yaşında, dünya zevklerinin ona en tatlı görünmesi gerektiği zamanda, mazlumun, kimsesizin derdine düştü. Geçen Ramazan Bayramından önce annem, bu bayram gelmezsen, kavga edeceğiz haberin olsun dedi. Taham, o yetimler sevinmeden, gelip senin elini öpemem anne dedi. Senin üç evladın daha var, O garipler, biz geleceğiz diye yol gözlüyor dedi. O bize üzülsün abla" dedi.
İşte dünyaya hak ettiğinden daha fazla değer vermezsen, mutmain bir kalbe sahip oluyorsun. O kalp de seni mutlu ediyor. Geri kalan tüm mutluluklar üç günlük. Dördüncü günün sabahı, doyumsuz nefsimiz bizi bekliyordur. Ona da dünyayı versen doymaz.
Yarın Hamiyet'in ailesinin yanına gideceğim. Bugün dişçi randevum olunca gidememiştim. Umarım gittiğim ortamdaki teslimiyetten feyz alabilirim.
Görüşmek üzere, selametle...
2 yorum:
Ne hoş bir tespit, alacaklı gibi yaşamak.Öyle sahiden, sanırım:)
Anlattığınız hikaye cok etkileyici.Taha'nın ve ablasının duruşu çok kıymetli.Allah(c.c) rahmet eylesin. Büyüklerimiz böylesi akla gelen anlarda merhum dua istedi demek ki derler.Ruhu şad olsun.
Allah rahmet eylesin. Ne kadar güzel düşünen biriymiş. Hepimiz öyle olabilsek dünyada zulüm olmazdı.
Yorum Gönder