Pages

29 Şub 2020

şubat soğuğu



Selamlar
Mübarek üç aylar başlamış, ilk kandili idrak ederken, gördük ki vampirler insan kanına doymuyor.
Maalesef insana dair umutlarımın giderek azaldığı bir günü geride bıraktım. 33 vatan evladı, ülkesinin güvenliği için genç ömrünü feda ederken, yapılan tartışmalar, dile getirilenler, sosyal medyada yapılan paylaşımlar bir kısım insanın vicdan ve merhamet duygusundan ne kadar uzak olduğunu gösterdi. En yakın zamanda verilen şehit sayısının sadece rakam olmadığını o yüzden 1 sayısının bile çok büyük olduğunu anlamamız şart.
Anadolu, başka coğrafyaya benzemez. Örneğin Finlandiya değiliz biz. Sadece kendi iç dinamiklerini harekete geçirip, sorunlarımızı çözemiyoruz. Gerek ekonomik gerek dini argümanlar ile pek çok grubun dikkatini çeken bir coğrafya. Yani talibi çok bir kız gibi.  bu topraklarda oturmanın bedeli ağır. Sadece yakın tarihte değil, yüzlerce yıldır gençlerimizin acısıyla ödüyoruz bu bedeli malesef.
O yüzden bizler helede böyle kriz zamanlarında, gerçekten vatan millet gibi bir kaygımız varsa, ağzımızdan çıkan her söze dikkat etmeliyiz. Ateşe benzin değil, su dökmek zorundayız. Benzin dökenler ya haindir, ya aptal. Bu coğrafyada hain ne kadar tehlikeli ise aptal da en az onun kadar tehlikelidir. Okumak öğrenmek, milli bilinçle hareket etmek ve gençlerimizi bu yönde yetiştirmek zorundayız.



Blog etkinliği için kitabı okudum. Bazı kitaplar neden yazılır neden basılır, ben anlamıyorum. Biraz fazla cüretkar sahneleri olan romantik Amerikan filmi senaryosu gibiydi. Ben bu tarz filmleri de sevmem zaten. Okumak, insanın aklını ve gönlünü beslemeli bence. Kitapta da geçtiği gibi bu tür kitaplar çiklet çiğnemek gibi. Besleyici hiçbir değeri yok.



 Şubatın son günü aslında bir değerlendirme yazmam lazım. Hatta kızım ve Sümeyye gelmişti, güzel zamanlarda geçirdim. Ama şu anda yediğim, içtiğim, hissettiğim ve düşündüğüm tek şey büyük bir acı. Rabbim güzel ülkemi her türlü şerden korusun. Bahar çiçekleri umut olsun, Acılı annelerin yüreklerine inşirah versin Rabbim.
Selametle...

26 Şub 2020

Ağaç ev sohbetleri 26



Konumuz: “Sıradan olmak, farklı olmak. Bu konuda ne düşünüyorsunuz? Sıradan olmak gibi bir korkunuz var mı?”

Okulun en hareketli dönemleri. İki farklı okulda 4 farklı ders anlatınca, zamanı yetiştirme problemi yaşıyorum. Sevgili deep, yorumla bana ulaşınca, onu ve bir arkadaşı daha okuyabildim. Fırsat bulursam, yarın birkaç arkadaşı daha okuyacağım. Ama konu hakkında birkaç kelamda ben edeyim istedim.

Sıradanlık ve farklılık kavramlarının bizdeki karşılığı, bu sorunun net cevabı bence. Sıradanlık; fakirlik, eğitimsizlik, avamın bir parçası olmak mıdır. Farklılık arayışımız, bahsi geçen hallerden kurtulmak için verdiğimiz bir mücadele midir.

Kişi konuyu böyle algıladığında dünyanın neresinde yaşarsa yaşasın, hangi şartlarda olursa olsun iç huzuruna kavuşması bence imkansız. Çünkü insan oğlu doyumsuzdur. Maddi hiçbir imkan, sahip olduğu hiçbir güç ona “tamam yeter bu kadar, fazlasına gerek yok “dedirtemez. Çocukken dinlediğim bir kıssayı hatırladım. Dedem anlatırdı; bir adam sahilde yürürken, ayağına ortası delik taşlaşmış bir nesne çarpmış. Meraklı da bir bünye sanırım, atmamış saklamış. Ne olduğuna da anlam verememiş. Gösterdiği hiç kimsede bilememiş ne olduğunu. Rivayet bu ya, bu meraklı arayış devrin padişahının kulağına kadar gitmiş. Padişah da merak etmiş, adamı huzuruna çağırmış. Divandaki hiç kimse bilememiş o nesnenin ne olduğunu. Padişah, adama “bana bunu sat, soruşturayım, belki bilen birine rastlarız" demiş. Adam şaşkın bakarken, padişahın cömert tarafına denk gelmiş. “Ağırlığınca altın veririm” demiş. Adam tabi kabul etmiş. Koymuşlar, terazinin bir kefesine, diğer tarafına birer birer altın koymuşlar. Fakat ne kadar altın koyarlarsa koysunlar, terazinin kefesini oynatamamışlar. Hala o nesnenin olduğu taraf ağır basıyormuş. Halkın merakı giderek artmış. Günlerden sonra, şehre bir bilge gelmiş. Nesneyi eline almış, evirip çevirip bakmış. Sonra da padişaha dönüp; efendim, bu eski zamanlarda yaşayan aç gözlü, dünya malına düşkün bir adamın göz çevresindeki kemik parçasıdır. Buna dünyaları versen doymaz, sadece bir avuç toprak doyurur bunu demiş. Yerden aldığı bir avuç toprağı terazinin gözüne koymuş ve terazi dengeye gelmiş. Velhasıl-ı kelam, insanı maddeye doyurmak, neredeyse imkansızdır.

Konuyu dağıttım ben yine 😊 esasa gelecek olursak; bence insanın farklılık arayışı, kişisel tatminsizliği ile alakalı. Hayattan ne istediğini bilen insan, kendini farklı arayışlara kaptırmıyor. Örneğin, nereye gideceğiniz belliyse ve gideceğiniz yere sizi ulaştıracak güzergahı biliyorsanız, macera arayıp, farklı yola sapmazsınız. Menzile ulaşmak için, bildiğiniz güvenilir yolu tercih edersiniz. Yok eğer nereye gideceğinizi bilmiyorsanız. Avare avare dolaşır, bazen de kaybolursunuz. 

Ayrıca her insan teki aslında biricik. Bugün sıradanlık diye tanımlanan hayatların ne kadar muhteşem olabileceğini anlamak istiyorsak, 15 Temmuz gecesi kameraya yakalanan görüntülere bakmak yeterli. O akşam bir tencere yemek yapmış, belki çoluk çocuğa sürpriz olsun diye bir tepsi kek çırpmış kadınlar, akşama kadar sanayideki işini yapmış, onu yaparken avam zevki deyip beğenmediğimiz arabeskin dibini bulmuş şarkılar dinlemiş adamlar, köprüde üstlerine çatır çatır kurşun saydırılırken, bir adım geri atmadılar. 
Biraz geri gidelim. Ülkesi işgal altında kalan Anadolu halkı, Samsun’dan yükselen sese akın akın koşup cevap verdi. Cevap verenlerin çoğu, fakir, eğitimsiz ve sıradan diye nitelendirilen insanlar.

Başka ülkeleri bilmem ama benim caaaanım ülkem her sapakta, kendini aydın eğitimli ve farklı zannedenlerden görmediği feraseti, eğitimsiz, cahil ve sıradan diye nitelendirilen insanlardan görmüştür. 
Bizim insanımızda “Anadolu irfanı” denilen bir bilgelik hali var. Hiç ummadığınız anda, hiç ummadığınız bir şekilde ortaya çıkar ve gerekeni yapar. Sonrada o muhteşem başarıyı hiç göstermemiş gibi rutinine döner. İşte ben bu milletin sıradan bir insanı olmaktan her daim gurur duyuyorum.

Konuyu biraz daha ana mecraya çekeyim. Farklılık dediğimiz kavrama olumlu anlam yükleyip, sıradanlık kavramına olumsuz mana yüklediğimizde aslında sıradanlaşıyoruz, sevgili deep’in dediği gibi. 
Küreselleşen dünyada, farklı olacağım diye çabalamak her zaman iyi sonuçlar doğurmayabiliyor. Bu ara çok ünlü bir moda tasarımcısının yaptığı ve nette herkesin dikkatini çeken “farklı” kolleksiyonu bunun en güncel örneğidir kanaatimce. Kapitalizm dünyada yerel kültürü bitirip, herkesi bir kalıba sokarken bir yandan da farklı olmak adına kendi dayattıklarını pazarlıyor. Farkında olmadan, çarkın bir parçası haline geliyoruz.

 Rutinin gücünü fark etmek, işte esas farklılık burada.
 İki öğretmen düşünün, biri öfleye püfleye derse girip, bilgisini ve otoritesini kullanıp 8 saat dersini anlatıyor. Yorgun ve bezgin evinin yolunu tutuyor. Öteki öğretmen sabah o gün ortalama yüzden fazla gencin aklına ve kalbine hitap edeceğini biliyor. Gün boyu öğrencilerle temasını kesmiyor. Bu şeklide sekiz saat sınıflarda bilgisini ve otoritesini kullanıp, dersini anlatıyor. Akşam eve yorgun ama öğrencilerinin ruh ve düşünce dünyasında fark yaratarak gidiyor. Aynı şeyi yapan bu iki insan biri sıradanlığa mahkum iken dğeri farklılığın zirvesinde.

 Alıp, sattıklarımız, giyip, yediklerimiz ile bu çağda farklılık yaratmamız imkansız. Farkı ancak ürettiğimiz, öğrendiğimiz ve öğrettiğimiz zaman yaratabiliriz. Bu farkı fark etmek nasip olsun bize 😊
Selametle…


25 Şub 2020

Hafta Sonu Erciyes....


selamlar
geçen hafta salı günü benim kuzular geldi, İstanbul'dan. burada bir üniversitenin kongresi vardı, alanlarıyla ilgili. ona katılabilmek için program yapmışlardı. cuma, cumartesi o programa katıldılar. geri kalan zamanda keyfimize baktık, en basit anlatımıyla :)))

hafta içi ben çalışıyor olunca, ev eksenli eğlencelerimiz oldu. ama pazar günü, bu kadar kar yağmışken Erciye'e gitmesek olmazdı.


Teleferik sıramızın maşallahı vardı. Ama pazar  günü olunca doğal karşıladık. Allahtan kabinler hem çok hem hızlı. o yüzden çok beklemedik.


Bilmeyenler için, ben tek çocuklu bir anneyim. Normalde sadece bir kızım var. ama çocuğunun arkadaşı, bir süre sonra seninde evladın oluyor. Sümeyye kuzusu artık bizim evin elemanlarından biri. :)


Bir zamanlar termos ve mug kılıfı örmek, en büyük takıntımdı. :)) Şimdi ki çoraplar gibi. Sanırım taktığıma takıyorum. :)) Ama bu arkada kalan Frida suretli kılıftan bir tane daha öresim var. Örersem resimlerim inşallah.


Ev zamanlarında ise, evin yaşlısı olarak, klasiklerimizi tanıtmayı kendime görev edindim. Reşat Nuri Güntekin'in Çalıkuşu romanından uyarlanan diziyi seyrettik hep beraber. Tabisi Feride'yi Aydan Şener'in oynadığı o en eskisini :))


Bu ara teker teker ördüğüm çorapların çiftini tamamlamam gerekiyor. Sümeyye kuzusuna verecek olunca, biraz aceleyle bitirdim birini. hikayesi çok komik, mavi ip çok azdı. Yetmez diye ip alayım dedim. Erciyes'e gittiğimiz gündü. kalan ip yanımda değildi. Hatırımızda kaldığı kadarıyla ipi aldık. Eve geldik hiç alakası yok. Evdeki iplerle bir tane daha başladık. Ancak biri bitti. Ertesi gün başka dükkanlara gittim. Nihayet üçüncü dükkanda ipi buldum. Çünkü bir gecede çorabın tekini öremezdim. Bu çorapta sadece uçtaki mavi kısım kalmıştı eksik olarak. Neyse bulduk ipi akşam başladım uç kısmını örmeye, birde ne görelim evdeki ip yetti hatta arttı bile. ahahaha. Güler misin ağlar mısın.

Hala Esir Şehrin İnsanları'nı okuyorum. Bu hafta artık bitmeli. Bu arada blog etkinliği için Şimdi Moda Pastel geldi. ona da başladım. Ama iki kitabı okurken düştüğüm çelişki, tarifsiz. Kitabı yorumlayınca nedenini yazarım inşallah. Hadi selametle


21 Şub 2020

ağaç ev sohbetleri 25


Ağaç ev sohbetleri 25. Haftaya girdi. Maşallah diyelim hep sürsün 😊 Bu haftanın konusunu, sevgili Deep’ten.

Sohbet konusu:

Temizlik yapmayı sever misiniz? Ev temizliği değil, mafya temizliği değil, kendimizi temizlemeyi. Eşya, çevre, insan, duygu, akıl, kalp, ruh, beden, ilişki temizlikleri yapıp kendimizi temizlemek, hayatımızda boşluklar açmak, yeniden doğmak anlamında. Beynimizi boşaltalım ki yeniden dolabilsin.

Sevgili peygamberimiz, “Temizlik imandandır” diyor.” Temizliği sevmemek diye bir şey tabiki söz konusu değil. Her sağlıklı insan gibi bende hem madden hem manen arınmış yaşamayı severim. Bununla ilgili kişisel çabalarım elbette var.
Normalde ev temizlemeyi çok severim. Bana terapi gibi gelir. Ama yoğun çalışma saatleri, kişisel ilgi ve meraklarım ve en kötüsüde artık yaş almış olmamdan dolayı ev temizliğinde bir yardımcım var. Hem böyle daha iyi oldu gibi. Abla kardeş sıkılmadan aklayıp paklıyoruz her yeri 😊
Ben kalabalıktan nefret eden biriyim. Öyle on tane kazak on tane pantolon bekletmem evde. Sürekli farklı giyeceğim diye bir takıntımda yok. Giydiklerim temiz olsun yeter. Mağaza mağaza gezen, site site dolaşan bir kadın değilim. Sezonluk gider, ihtiyaca göre birkaç parça alırım. Onları alınca eskilerden durumlarına göre ya yıkar ütüler birine veririm, ya da geri dönüşüme gönderirim. Kıyafet ayakkabı ya da çanta konusunda klasik bir hatun değilim.
Benim doyumsuzluğum hobi malzemeleri konusundaydı. Bir yünü merak ediyorsam kesin alıyordum. Ne öreceğimi falan planlamadan. Sırf sevdim diye. 😊 ya da sırf meraktan 😊 bununla ilgili nefis terbiyesi yapıyorum. Başardım diyemem ama yol aldığım kesin.
İnsanlar konusunda ciddi manada seçici biriyim. Çok eskiden beri. Bu seçicilik insanlarla mesafeli olduğum anlamına gelmiyor. Mesleğim gereği, çok fazla insanla muhatabım. Allah kalbimi biliyor, iyi kötü herkese karşı da bir muhabbetim var. Yani insanlara olumsuz önyargılarla yaklaşmam. Öyle olsa hayat benim için çekilmez olur. Ama insanların beni üzebilmeleri kolay olmuyor. Şöyle ki, kalbimin has odası var benim 😊 oraya herkesi almıyorum. Peki has odadan seni üzen çıkan olmadı mı derseniz. Oldu tabi. Çok acı, çok yıpratıcı oldu ama malesef oldu. Fakat benim insan konusundaki güvenli limanım olunca, kolay terk edemiyorum.
Duygu temizliği bunlardan belki de en önemlisi. Vaktinde bir kitapta okumuştum. Hikaye biraz uzunca, özet geçeyim size.  “affetmedikleri insan sayısı kadar bir çuvala patates koyup gezmelerini istiyor hoca, öğrencilerinden. Nereye giderlerse gitsinler, çuvalda onlarla gelmek zorunda.” Hikayenin sonunu tahmin etmek zor değil. Giderek ağırlaşan, zamanla kokuşan patates çuvalı ile gezmek kolay olmuyor. “nasıl kurtuluruz” diye soran öğrencilerine hoca, “ancak affederek” diyor. Aslında içimizde biriktirdiğimiz her olumsuz duygu sırttaki patates çuvalı gibi. Kurtulmakta fayda var. Hem bu dünyada her şey nasiple. Bazı insanlarla, bazı yerlerle nasip kesildikten sonra bırakmak şart. Aksi çok yorucu ve yıpratıcı olabiliyor.



Her ay bir film bir kitap etkinliği kapsamında okuyacağımız kitabı sipariş ettiğimi söylemiştim. 13. günün sonunda gelebildi kendileri. Bir de 7 ya da en geç 9 gün diyorlar. Söylenmek istemiyorum ama bu sipariş beni epey yordu. Şu an elimde esir şehrin insanları var. Öğrencilerimle oluşturduğumuz okuma grubunda okuyoruz. o da bitmeli. İnşallah yakında biter bu kitapta.
Çorap iplerim İstanbul'dan merakımdan aldırdım can “Nilgün’e bayıldım desenine dokusuna.





Çoraptan başka bir şey paylaşayım dedim :) kademeli kazak bir ara fena modaydı. Bende elimdeki angoraları değerlendireyim dedim.




Bu hafta kızım ve tatlı arkadaşı ziyaretime geldi. o nedenle hoş bir yoğunluğum var. Bugün nöbet telaşından sonra vizyondan kalkmadan parazıt'i seyretmeye gidelim dedik. Iyi oldu. Yarın gösterimi bitecekmiş. Çok değişik ve üzerine çok konuşulası bir filmdi. Aklımı toparlasam yazarım inşallah. Şimdilik benden bu kadar. Görüşürüz efendim selametle....

15 Şub 2020

Her Ay Bir Kitap,Bir Film (The Irishman)


                                                   Selamlar
Bildiğiniz gibi Gonca’nın Dünyasından ve Mor DüşlerKitaplığı bloglarının birlikte organize ettiği her ay bir film bir kitap etkinliğini takip etmeye çalışıyorum. Şubat ayı kitabını sipariş ettim. İdefix gönderebilirse (10 günü geçti, bende sinirler yavaş yavaş bozuluyor) vaktinde okuyacağım inşallah. Dün akşam eşim nöbette gitti. Yalnızdım. Fırsat varken filmi seyredeyim dedim. Film Netflix’de olunca kolayca buldum. 😊 (benim film aramalarım bazen krize dönüşürde)
Aslında Parasite isimli film seyredilecekti. Sanırım sitelerde problem olunca The Irıshman olarak revize edildi etkinlik. Parasite merak ettiğim bir film. Burada bir sinema salonunda yeniden gösterime girdi. Bu hafta fırsat bulursam gideceğim.
Irıshman; öncelikle Amerikan sinemasının üç büyük oyuncusunu bir araya getirmesi açısından dikkatimi çekti. Filmi seyrettikten sonra netteki yorumlarına baktım, insanlar bayağ bayağ yıllardır bekliyorlarmış bu filmi. Ben uzun zamandır Amerika ile anılan her şeyden fena halde tiksindiğimden ve uzaklaşmayı tercih ettiğimden bu beklentiyi hiç fark etmedim. 
Film 2. Dünya Savaşından sonra kamyonuyla et taşıyarak evini geçindirme derdinde olan bir İrlandalı’nın yolunun, Amerika’da ki İtalyan mafyası ve kamyoncu sendikasının başkanı ile kesişmesi sonucu gelişen olayları anlatıyor. Film, Amerikan tarihindeki gerçek bir olay ve kişiye dayandırılıyor. Para ve güç odaklarının devletlerin politikalarını nasıl etkileyebildiğini, hukuk sistemindeki açıkların, bu odakların nasıl işine yaradığını göstermesi açısından iddialı.
Ama ben her zamanki gibi insan hikayelerine odaklandım. Karakterimiz Frank ve kızı Peggy’nin hikayesi çok ibretlikti bence. Biz ebeveynler bazen çocuklarımızı korumaya çalışırken o kadar kontrolsüz tepkiler veriyoruz ki, korumaya çalıştığımız çocuklarımızı asıl biz ürkütüyoruz. Frank bir kız babası 4 tane kızı var. Her kız babası gibi kızlarını tehlikelerden ve gelebilecek zararlardan korumak için teyakkuz halinde. Peggy, küçükken bir markette sakarlık edip bir şişeyi düşürüyor. Market sahibi öfkeleniyor ve eliyle koluyla duruma müdahale edeyim derken Peggy’i hem korkutuyor hemde çarpıyor bir tane. Sahne şöyle; kızımız üzgün masada oturuyor. Baba eve geliyor, anneden durumu öğreniyor ve öfke patlaması ile küçük kızı elinden tutup markete gidiyor. Ve market sahibini kaldırıp marketin camından dışarı atıp, kızına vuran elini eziyor. Niyeti kızını korumak ama Peggy o kadar korkuyor ki bir daha babasına yaşadığı hiçbir şeyi anlatamıyor. Film boyunca birkaç defa bu derdini babasına anlatmak istiyor ama Frank hep çok meşgul. Aradan geçen yıllar baba kızı tamamen uzaklaştırıyor. Yıllar sonra, artık iki baston olmadan yürüyemeyen baba, kızıyla konuşabilmek için kızının çalıştığı iş yerinde kuyruğa giriyor. Ama Peggy, babasını uzaktan görüp sıra ona gelince hiç konuşmadan “kapalı” tabelasını koyup, oradan uzaklaşıyor.
Bu hikaye beni acayip etkiledi. Anne baba olduktan sonra yaptığımız her şeyi, aldığımız her kararı iki kere değil 200 kere düşünüp, tartıp, öyle yapmakta fayda var. Hayat oluş halinde, o yüzden hiçbir halimiz kalıcı değil. Ne gücümüz ne paramız ne statümüz, dayanak değil. Ölçüyü kaçırmadan sevmek, sabırlı olmak ve evlatlarımıza zaman ayırmak zorundayız. Aksi durumda olabilecekler çok iç acıtıcı.

Benim film yorumum fazla bence oldu, farkındayım. :) Filmin konusu ile ilgili okuduğum ve sevdiğim bir yorum işte burada. Filmle ilgili genel ve doğru bir kanaat edinmek için tavsiye ederim.
Sevgili Gonca gerçekten çok beğendim. Teşekkür ederim vesile olduğun için.

Bu arada çorap örmelere doyamadım, biliyorum ama elimdeki çorap iplerini bitirmek istiyorum. Sevgili Ecehan erkek çorabı ile ilgili sayı istemişti. Gerçi onun bloğunda yoruma yazdım ama burada da yeni bir düzenleme yapacağım. Beş şişle çorap örme konusunda gelişme kaydettim, şükürler olsun. Beş şiş tecrübelerimi de arşivlemek istiyorum. Yani işin özeti yine bir çorap postu yakında… 😊
Selametle


11 Şub 2020

ağaç ev sohbetleri 24



Gözünüzü kapatın ve uçan bir balon olduğunuzu hayal edin... Yaşamdaki bazı ağırlıklar zaman zaman balonun yani bizlerin yükselmesini engeller. Peki bu ağırlıklar neler? Hangi yaşantılar, duygular ve düşünceler var? 

Haftanın ağaç ev sohbeti konusu Tante Rosa'dan. Nasıl sempatik ve rahatlatıcı bir konu bulmuş arkadaş. Teşekkür ederiz.

Veeeee gözümü kapatıyorum, paçama yapışmış beni aşağı çekenleri görebilmem için rabıta şart. 😊

Bilgi sahibi olmadan, fikir sahibi olanların devri bu zamanlar. Aslında bahsi geçen konuyla ilgili, bilgisi ve tecrübesi yok denecek kadar az ama egosu tavan. O nedenle durmadan konuşuyor anlatıyor. Doğrusunu sen biliyorsun. Anlatmaya çalışıyorsun. Yok, hayır! Kesinlikle anlamıyor, öğrenmiyor. Her şey onun düşündüğü gibi aslında, sen bilmiyorsun. Bu netlikte iddia ediyor.
İşte benim yaşam enerjimi çeken birinci grup bu. Bilmiyor, işin kötüsü bilmediğini de bilmiyor. Ve ona laf anlatmak zorunda kalınca, insan uçmayı bırak, nefes bile alamıyor. Ve maalesef o kadar çoklar ki!

Bunların bir de iş üretene yardımcı olmayıp, sürekli laf üreteni var. Grupla halledilmesi gereken bir iş vardır. Sen çırpınırsın. Öteki; orası olmadı burası olmadı deyip, kafa ütüler. Havalanırken bunlardan da kurtulmak şart. :)

Sürekli söylenen ve şikâyet edenleri de unutmamak lazım. Müzmin mutsuzları. Ayrıca yaptığı işleri özensiz yapanları da bırakmakta fayda var.

Ha bir de havalanmak için bir 10 kilo fazlamız var. Ondan da kurtulmak şart 😊  
Selametle…





8 Şub 2020

haftanın enleri


Selamlar
Dolapta, sepette, ondan bundan artmış, bir dolu ve çeşitli türde ip vardı. Örgü yapan herkesin başında malum. Öyle çok düşünmeden, yakıştı yakışmadı derdine düşmeden ördüm peş peşe. Büyük resim fena olmadı sanki siz ne dersiniz. 



Bu yıl kendim için aldığım kararlardan biride, ayda en az iki kitap okumak. Ocak ayı tuttu. Şubatta emin adımlarla ilerliyor. Şubatın ilk kitabı bitti. Çok beğendim. Herkes okumalı bence. Hatta yeni okulumda öğrencilerimle bir grup oluşturduk. Kitabı analiz etmek için. İşte birkaç alıntı siz karar verin :) 

"insanlık onurunu savunmanın ideolojiyi, savunmaktan güzel olduğunu keşfettik." 

üniversiteye gidip devrimi bilimde yaparak, ülküyü sanata yükleyerek, dini ruhlara yerleştirerek ülkeye çağ atlatıp ileri taşımak yerine çatışmaya giderek ülkeyi geri bırakmak küresel bir oyunun piyonu olmaktan başka bir şey değilmiş."

"bir ülkeyi ayakta tutan şey -elbette bana göre- asker değil, zaferler değil, yalnızca ve yalnızca culturadır; gelenek ve sanatla yükselmiş bir culturasus, belki bir sophia, yüce kral."



Pek çok yerde olduğu gibi kar dün akşam bizede geldi. Normalde kar yağışı beni rahatlatır. İzlemesi bile huzur verir. Ama bu defa sabahına kızımın İstanbul yolculuğu olunca gerilmeme neden oldu. Zaten an itibariyle uçuş iptal oldu. bileti akşama revize ettik. Yani gerginliğim geçmedi, hatta uzadı. Ben normalde yolculukları büyütmem zihnimde. Ama malum bu ara kaza bela haberleri o kadar sık geldi ki, böyle konularda tevekkül halinde olan ben bile sarsıldım. Ama dua edip, Allah'a emanet etmekten başka çare yok. Hem "insanı ölümden eceli korur" demişler. -kendini sakin tutma çabaları :) -



Sabah, baba kız havaalanı yoluna düşünce, bende evde gerginliğimi azaltmak için, sevgili smilena'nın instagramda paylaştığı kalbi örme işini edindim. aklımı meşgul etmek için. sonuç güzel oldu. :)) akşam için bir tane daha mı örsem acaba. 



Madem gidemedik hadi kahve içelim pozu. :) 
Bizim burada hava duruldu. Alana uçaklar inmeye başladı gibi duruyor. İnşallah akşama da böyle devam eder. postu okuyan herkes bize dua etsin lütfen. Evlatcığım, sağlıcakla okuluna kavuşsun. 
Selametle...

3 Şub 2020

Her Ay Bir Kitap, Bir Film (Your Name- Senin Adın Ne)




Selamlar
Etkinliğin film ayağını da vaktinde seyrettim yani 31 Ocak’ta 😊 Maalesef yazacak fırsatı yeni buluyorum.

Ben filmleri kitap okur gibi seyrettiğimi fark ettim. Bir filmin benim yörüngeme girmesi için önce hikayesini sevmeliyim. Bu filminde çok sevimli bir hikayesi var. Eskiden Göl Evi isimli bir film seyretmiştim, ona benzettim. Konuyu tam olarak hakim olabildin mi sanmıyorum. Çünkü, uzak doğu inanç sistemleri ve kültürleri konusunda yeterli bilgiye sahip değilim. Kültürel unsurların bolca olduğu bir film olunca, tüm yönleri ile kavradığımı söyleyemem ama hikayesi çok sıcak, duygusu çok insani. 


Bugün ikinci dönemi başlattık hayırlısıyla. Bu süreçte okulumun değiştiğinden bahsetmiştim. Ama eski okulumdaki 10 saat derse devam edeceğim. Hatta bugün eski okulumdaydı dersim. Yalan yok burasını da ayrı seviyorum. Kızlarım biraz zor öğreniyor, çoğu kere öğrenemiyor ama çok tatlılar.
Bugün dersim geç başlıyordu. Sabah spor salonuna inip yürüyeyim diye düşündüm ama hava o kadar soğuktu ki, duştan sonra okula gitmekten korktuğum için yürüyüşü okul sonrasına bıraktım. Yeni okulumdan bir arkadaşla diyet iddiasına girdik. Moda tabirle challenge 😊 baktık başka türlü motivasyonu sağlayamayacağız. Başka çare kalmadı 😊

Gelelim elişi raporuna;

İki gün sonra eşimin doğum günü. Ona çok istediği bir şey yapıp, çorap ördüm. Görünce çok mutlu olacak. 


Bir de çok büyük emek verdiğim, hangi renkler bir araya gelsin diye kafa patlattığım çok özel bir çalışmam var. Hahahahahah. Bitince paylaşırım.
selametle.... 

1 Şub 2020

Her Ay Bir Kitap, Bir Film (Wirginia Wolf, Kendine Ait Bir Oda)




Selamlar
Yılın ilk günlerinde sevgili Hatice’nin bloğunda denk geldiğim bir etkinlik vardı. Her ay bir kitap ve bir film, düşünülmüş liste yapılmıştı. Sevgili mor düşlerkitaplığı ve goncanın dünyası düzenlemişti. Beni planlayan, organize olmama katkı sunan tüm içerikler dikkatimi çeker. Okuma alışkanlığımı disipline edeceğini düşündüğüm için, şartlar elverdiği sürece katılmaya karar verdim. Bugün yılın ilk ayının son günü ve ben kitabımı bitirmeyi başardım. Akşama filmi de izleyeceğim inşallah.
İlk ay kitabımız, Virginia Wolf, “Kendine ait bir oda” kitabı. Zaten okumak istediğim bir yazardı. Çok güzel denk geldi. Seçim için arkadaşlara teşekkür ederim. Çok faydalandım. Notlar aldım. Ufkumu açtı.

Gelelim bana düşündürdüklerine:
Kitap, yazarın bir kız okulunda, genç hanımlara yaptığı bir konuşma aslında. Kadınların edebi eserler üretmesi ya da üretmemesi üzerine bir konuşma. Bir kere çok iyi hazırlanılmış, yetkin bir metin. Kurmaca yazan ya da yazacak kadınlarla ilgili doğrudan kendi fikirlerini anlatmak yerine bir kurmaca hazırlayıp, oradaki Mrs. Seton üzerinde anlatması çok yaratıcı. Erkeklerin ve kadınların bu konuda sahip oldukları şartları; kendi kurmacasında, Oxbridge (erkeklerin eğitim gördüğü okul), ve Fernham (kızların eğitim gördüğü okul) okullarında yenen öğle ve akşam yemeği mönüleri üzerinden çok iyi anlatmış.  Erkeklerin okulundaki zengin mönünün yanında kızların okulundaki mütevazi mönüyü tahmin etmek zor değil. Hayatın kadın ve erkek cinsine sunduğu şartlar ancak bu kadar güzel tasvir edilebilirdi. Çok kadınca ve nahif, aynı zamanda etkileyici.

Ayrıca Oxbridge’de yemeğe gitmeden önce nehir kıyısında oturup, düşünen, sonrada yemeğe gitmek için çim alanda yürümek isteyen kadın karekterimiz, görevlinin sert uyarısı ile çakıl taşlı yola geçmek zorunda kalıyor. Çünkü çimlendirilmiş yol, o okulda okuyan öğrencilere ve hocalara ait. Yani erkeklere!!!!!

Kurmaca yazmak isteyen kadınlara lazım olduğunu söylediği, bu kitabı okuyan herkesin bildiği o meşhur ifadesi; “kendine ait bir oda ve kendine ait bir para” bence de çok yerinde bir tespit. Kendine ait para elbette önemli ama ondan daha elzem olan kendine ait bir oda. Çünkü insanın hele de kurmaca üretecek kişinin zihnini toparlaması şart. Bir erkek için bu elzem olmayabilir. Ama bir kadın için hayati önemde. Örneğin ben bu satırları yazarken, “pişirdiğim sütü yoğurt yapmak için, yeterli oranda soğuyup soğumadığını kontrol etmem gerekmekte.” Ya da “uyanan eşime kahve yapmak için sütten bir miktar cezveye almalı ve yeniden ısıtmalıyım.” 😊

Ayrıca benim de çok şikâyet ettiğim bir konuya dikkat çekiyor. Kadınlar hakkında yazan ve konuşan genelde erkekler. Yıllarca “kadınlar nasıl giyilmeli, nasıl konuşmalı, nasıl davranmalı” bu konularda konuşan hep erkekler. Özellikle 28 Şubat döneminde okumak ve çalışmak isteyen tesettürlü kadınlar ne demek istediğimi çok çok iyi anlayacaktır. Günümüz insanı için yazının bulunması kadar eski bir tarih ama o dönemin acıların çekenler hala hayatta. Gençler onlarla ilgili yapılan haber ve belgeselleri seyredebilir. Ne demek istediğimi anlayacaklardır. Bu konuyu çok uzatmak istemiyorum ama “bu kadına haddini bildirin” diyen, siyasetçinin nefret dolu gözleri hala aklımda.

Feminist üslup, biraz saldırgan bir üslup maalesef. O nedenle pek hoşlanmam. Ama Wolf’un kitabı son derece entelektüel bir tutum sergiliyor. Kitaptan hoşlandığım birkaç alıntı yapmak istiyorum, bloğumdan kalsın istediğim.

Bir erkeğin zihninin ağırlığı, hızı, adımları kadınınkine hiç benzemez. Bu nedenle de bir kadın erkekten dişe dokunur bir şey öğrenemez.”

“Romanlar çoğunlukla panzehir değil, uyuşturucu etkisi gösterir.”

“Kadınlar erkekler gibi yazsalardı. Ya da erkekler gibi yaşasalardı onlar gibi görünselerdi, çok yazık olurdu”

Bu cümlenin altına imzamı atabilirim. Erkek olmamak benim şükür sebeplerimden biridir. Bunu bir hırsla falan söylemiyorum. Erkeklerin yaşamı çok renksiz ve tekdüze. Bu şekilde yaşamak zorunda olmamak bence şükür sebebi 😊

“Eğitim benzerlikleri değil, farklılıkları meydana çıkarıp güçlendirmeli”

Bu cümle beni kalbimden vurdu. Bir öğretmen olarak, okulda ne yaptığımı sorgulamama neden oldu.
Sevgili “Wolf’un konuşmayı yaparken sağduyusunu kaybetmediğini anladığım ve kendisine hayran kaldığım kısım işte burada.


Bu kitabı okumama vesile olan mor düşler kitaplığı ve gonca teşekkür ederim. dün akşam etkinlik kapsamında filmi de seyrettim. yarın onu da yorumlarım inşallah. Tatil yoğunluğu nedeniyle son güne kaldım. Umarım şubat ayında daha organize olurum. 
selametle....