Pages

18 Haz 2020

Ağaç Ev sohbetleri 43



Selamlar 
Ağaç ev sohbetlerinin kırk üçüncüsü, "toplumsal sorunlar ve çözüm yolları" ile alakalı. Zor ve "zülfü yâre" dokunabilecek bir konu. Biraz aynayı kendine tutmalı; "ne yapıyoruz, yaptığımız hayra mı yarıyor şerre mi?" dedirten, kafa yormalı bir konu. Şu an aklımda bir kaç başlık var mutlaka ama hiç plansız yazıyorum. Son derece spontane gelişecek yazım, baştan belirteyim :)) 

Bizde toplumsal sorunlar denilince, ağzını açan sistem tartışması yapar. Demokratik sistemimiz iyi oturmadı. Eğitim sistemimiz çok kötü. Sağlık sistemi çok fena bla bla bla......
Bence dünyanın en iyi işleyen sistemi kurulsa bile, insan faktörü karşısında acizdir. Aynı şekilde dünyanın en kötü sistemi olsa yine insan faktörü karşısında acizdir. Bence belirleyici olan insanın iş görme ahlakıdır. Yani toplumsal sorunlarımızın en birincisi, "sorumlu ve şuurlu insan olamıyoruz". Kapağı bir devlet dairesine atıp, mümkünse orada kendini unutturmak. Yeni nesile bunu bir başarı, ulaşılması gereken nihai hedef olarak göstermek. Bizi bu tutum bitirmiş. Hala kafası böyle çalışan insanlar var, yok değil ama giderek azalıyor, şükürler olsun. Artık bulunduğu yerde fark yaratma telaşında olan, işine aşık insanları daha fazla görüyoruz. 

Birde ezik güruh var. "Bizde her şey ama her şey çok kötü, batıda her şey güzel. çünkü onlar medeni insan, biz cahil. Bizim tüm tercihlerimiz, yanlış hatalı. Bizim tercihlerimize müdahale edilmeli, çünkü biz bilemeyiz, bizim için ne iyi ne kötü."
 Yok artık kalmadı dediğim her an, hemde okumuş yazmış grup içinden çıkıyor bu ezikler. Ne üretiyor bunlar, sadece laf ve kafa karışıklığı. 

Bizdeki sorunlu sosyal grup, bence eğitimliler. Bunlar, hem çözüm üretmekten aciz, ya da tembel; hemde biliyorum ukalalığında. Biliyorsan, hadi sorumluluk al, çözüm üret. Hayır yapamaz, çünkü sistem çok kötü. Tamam o zaman sus, yapılana köstek olma, Hayır onuda yapmam. Kafa böyle çalışıyor bizim okumuşların. 
Geçen bir televizyon programında, tarihçi bir akademisyen konuşuyordu. Terörün en çok can yaktığı zamanların birinde, bir sebepten bölgeye gitmişler, görev icabı. Bölgede 8 tane üniversite var, hepsinin Sosyoloji bölümü var, bir tanesi terörün ve etnisitenin bölgede ki karşılığı ile ilgili doktora tezi yapmamıştı dedi. Doktora tezleri, falanca ildeki DSİ lojmanlarında oturan ailelerin günlük yaşamları ile ilgiliydi dedi.
 Bu o kadar net bir fotoğraf ki. Köy yanarken, deli saçını tararmış cinsinden tipler, bizim aydınlarımız.
Şimdi, içinizden birileri, insanlar çekinmiştir, korkmuşlardır, o yüzden yapamamışlardır, diyebilir. Ama zaten benim söylemeye çalıştığım şey işte tam bu. Kürşad, kırk çerisi ile Çin sarayını basarken, korkmamış mıdır? Ulubatlı Hasan, elde sancak, surlara koşarken, ödeyeceği bedelin farkında değil midir? Atatürk, Samsun'a giderken, başaramazsa olabilecekleri bilmiyor mudur? sizce. 

İlber Hoca, o herkesin okuduğu, son günlerin en meşhur kitabında, "öğretmenler, öncü ve lider olma vasfını kaybetti. En kısa zamanda bu misyonlarına geri dönmeliler" diyordu. Yani gerekirse candan geçecek, küçük hesaplar yapmayan, öz güveni yerinde, öncü bir nesil yetiştirmek zorundayız.
Aileler, öğretmenler, ilkeli sorumluluk sahibi, Mevlana'nın meşhur metaforunda olduğu gibi, ayağının biri milli ve manevi değerlerde sabit, diğeri ile dünyaya açılmış nesiller yetiştirmeye mecburdur. Bunu başarabilirsek, o hiç beğenmediğimiz sistemde değişir belki :)) 
Selametle....


13 Haz 2020

Fikrim Geldi



Selamlar 
Normalde çok vaktimi alıyor diye sosyal medya turlarına içten içe üzülüyorum ama insana fikir verdiği gerçeği yadsınamaz. Yine böyle bir turun sonucu fikrim geldi :)) 
Resimdeki mavi çerçeveyi benim çok kıymetli motif grubumun kıymetli üyesi Neslihan göndermişti. Kaçıncı etkinlikten hatırlamıyorum. Bu arada hava atmak gibi olmasın :) sanırım 11 defa grupça birbirimize motif örüp, hediye paketleri hazırladık. Çok keyifli. Her sene en az bir defa düzenleriz. Bu sene korona bizi etkiler mi yaşayıp göreceğiz. Bu detaydan sonra konumuza döneyim :)) Neslihancım, paketlerin birinde bu çerçeveyi göndermişti. fotoğraflardan hiçbiri çerçeve için uygun değildi. öylece zamanını bekledi. 

İçindeki takvim yaprağının hikayesi daha eski. O takvim yaprağı, kızımın doğum gününe ait takvim yaprağı. Doğumdan sonra eve gelince, takvim yaprağını koparıp saklamıştım. Tayin ve taşınma süreçlerinde kaybetmemek için özel uğraş verdim. Ama bir süredir aklımdan çıkmıştı. Detaylı bir temizlik sırasında elime geldi. Varlığı bana bile sürpriz oldu, kızımı varın siz düşünün. :)

Çerçeveyi bu amaçla kullanmak aklımıza geldi ama gördüğünüz gibi takvim yaprağı çerçeve için küçük kaldı. İmdada sosyal medya yetişti.ve işte sonuç,


İskende Pala'nın son kitabı Akşam Yıldızı bitti. İskender Hoca, tarihe not düşürmek için gündeme dair kurgular yazmayı seviyor. Göbeklitepe kurgusunu es geçmesi beklenmezdi. Kendi üslubu ile ilk insanların yaşamlarına dair bir kurgu hazırlamış. İşin aslı insan çok fazla değişmiyor aslında, kitabı okuyunca hissettiğim şey aynen buydu. Kitaptan bana kalan cümle malesef umutsuz. 

"İnsanın insanı avladığı bir dünya bozulmaya, düzelmekten daha yakındır" 



Karoo Wintage mi, oda kendi ritminde devam ediyor. Bizde şimdilik durum bu. 
Selametle... 


10 Haz 2020

Canlı Canlı Dersler :)))



Selamlar 
Herkesler gibi benim içinde hayatımın en ilginç dönemi oluyor. Aylardır okul ortamından uzağız. Ama ders anlatmaya devam ediyoruz. Dün bir arkadaşla konuşurken, yeğenim bilgisayarı masaya getiriyor, eba'dan canlı derse giriyor, biz çay çorba içerken öğretmen eba'dan ders anlatıyor. tüm aile dersi dinliyoruz dedi. Bu bende daha önce fark etmediğim bir aydınlatma yarattı. Ben, öğrenciler odalarına çekiliyor, ya da nisbeten sakin bir ortama, oradan derse katılıyorlar diye düşünmüştüm hep. Şu an, acaba kaç kişinin çay ya da sohbet ortamında, Kant'ın ahlakını, 20. yy felsefesinin temel tartışma konularını anlattım acaba diye sorguluyorum. :)))

Resimdekiler cânım arkadaşım Gonca'nın hediyesi. Ramazanda TRT'de yayınlanan Kuşlarla Yolculuk adlı diziden bahsetmiştik. Bu aslında bir kitap dedim. Hem kendine hem bana almış, kitabı. Nurettin Topçu'nun kitabı daha önce söylediğim gibi eğitim sendikalarından birinin öğrencilere okutmak için belirlediği kitaplardandı. Sendika projeye katılan çocuklara kitapları ücretsiz veriyor. Öğrencilerimden birinden alıp okumaya başlamıştım. Çok sevdim, alacağım kütüphaneme demiştim. Onuda almış benim için. Ördüğüm yastığın eksik rengini, harika bir motiften harika bir tutacağı, ve örgü ören herkesin, temel ihtiyaçlarından misinalı iki adet şişi ve o çok güzel kalbini koyup göndermiş paketi. İki gönül bir olsa üç aylık yolda ne var diyor ya eski bir türkü. Dostluk ve muhabbet bakiyse mesafelerin hiçbir önemi kalmıyor gerçekten.  çok teşekkür ederim Goncacan...



Benim tasarım battaniye merakım malum. Yine yeniden bir tasarım battaniye başladım. bu defa biraz zorluyor. En bi sevdiğimden. :))) 


Bu aşamadan biraz daha ilerledim, güncel olarak. Ama çok fazla değil. İskender Pala'nın son kitabı, Akşam yıldızı, Nurettin Topçu,Yarınki Türkiye, Karoo Wintage, canlı derslerim ve ben yuvarlanıp gidiyoruz. Gerçi böyle devam ederse gerçekten yuvarlanmaya başlayacağım. Epey kilo aldım. Ama bugün güzel bir karar alıp, doğru hamleyi yaptım. Sabah yürüdük kızımla bir saat. Kendime söz verdim. doğum günüme kadar, iki öğün beslenip, bir saat yürüyeceğim. 20 Temmuza kadar. Süreçte başarıp başaramadığımı samimi bir şekilde itiraf edeceğim, size de söz. 
Selametle. 

5 Haz 2020

Ağaç EV sohbetleri 41




 Kendi çektiğin ilk fotoğrafı hatırlıyor musun? 2. Neyi fotoğraflamıştın? 3. Bunun için bir fotoğraf makinası mı kullandın bir telefon mu? 4. Çektiğin fotoğrafı ve o anı anlatır mısın?


Selamlar
Sevgili Deep'in sayfasında gördüğümden beri, aklımın bir köşesinde. Hatıraları aradım, ilk çektiğim fotoğrafı, bulup çıkarmak zor hatta imkansız gibi duruyor. Ama bu sempatik konuda bir kaç kelam etmek istedim. 

Benim fotoğrafla ilgili ilk aklımda kalan, aile büyüklerinin hepsinin fotoğrafları olmasının bir şans olduğunu fark etmem. Babamın babası 1955 yılında vefat etmiş. Hem de çok genç bir yaşta. Ailede herkesin fotoğrafı var. Babaannem, anneannem, dedem. Hatta annemin evinde siyah beyaz fotoğraf kolleksiyonu sayılacak kadar çok eski fotoğraf var. Seviyormuş, bizim büyükler fotoğraf çektirmeyi. Ama büyükbabamın bir resmi yok. Çocukken bunu sürekli söylerdim. "Neden gitmemiş fotoğrafçıya, bak herkesin var diye" Sonraları babamı üzdüğümü fark ettim. Konuşmadım, bu konu hakkında. Şaşırıyordum, çünkü akranı insanların fotoğrafları vardı. Ama onun yok. Büyüdükçe anladım büyükbabamı, benim de en son aklıma gelen şey olur, bir anıyı fotoğraflamak. Hatta blog ya da instagram bile bana bu alışkanlığı kazandıramadı. Mesela grupla bir yere gidelim, bir geziye falan, benim aklıma hiç gelmez, tüm fotoğraflarım birilerinin beni teşvik etmesiyle çekilmiştir. Hayır, sevmediğimden değil, aklıma gelmiyor :))) Sanırım benim rahmetli büyükbabam da bu işi çok önemsemedi. Ama cânımmm dedem, keşke bir tane olsaydı. seni görebilmeyi isterdim. 

Bu konuda babam yine şanslı sayılır. çünkü babasını görmüş onunla vakit geçirmiş, 11 yaşındaymış kaybettiğinde. Hiç unutmamıştı yüzü. gözümü kapatınca,  net bir şekilde zihnimde canlanıyor derdi. O zamanlar bunun bir dram olduğunu düşünür üzülürdüm. Yıllar sonra, öğretmen olup, Bitlis Tatvan'a gittim. Karşı komşum, Türkçe öğretmeni Şükran abla, babasını hiç görmemişti ve resmi de yoktu. Düşünsenize zihninizde baba figürünün yeri kocaman bir boşluk. İşte bu iki durum aile büyüklerinin fotoğrafına sahip olmanın nasıl büyük bir şans olduğunu düşündürür bana hep. 

Babaannem vefat ettiğinde, babam onun fotoğrafını büyütüp, çerçeveletip, oturma odasına asmıştı. Belki de zihninde babasına ayrılan alan daralmasın diye böyle yapmıştır. Bilinmez. 

Fotoğraf makinaları ile ilgili anım ise, babamın yurtdışında çalıştığı dönemlerde getirdiği şıpşak makinaydı. Malum fotoğraf dediğin, çekildikten sonra, film rulasu bitene kadar göremediğin bir şeydi eskiden. Hatta nasıl çıktım acaba diye merak ettiğin. Fotoğraf basılınca heyecanla baktığın, incelediğin bir şeydi. Ama babamın getirdiği makina, çektiğin fotoğrafı hemen basıyordu. Bütün aile için sihirli bir kutu gibiydi. Konu komşu, hısım akraba, ilgili ilgisiz herkes o makinaya poz vermişti. :))) 

Profesyonel bir maknam hala yok. Dediğim gibi fotoğraf benim için öncelikli hiç olmadı, sanırım o yüzden. Bu güzel fotoğraflara bakmayı sevmediğim anlamına gelmiyor. Bu iş bence çok ciddi anlamda bir sanat. Ben haddimi bilirim, iyi fotoğraf çekemem ama iyi çekilmiş bir fotoğrafa bakmayı çok severim, çekene büyük saygı duyarım. 


Size bahar çiçekleri sunmama yardım eden kızım gibi, iyi fotoğraf çekenler, önünüzde saygıyla eğiliyorum :) 

Selametle...