Pages

30 Nis 2020

30 Nisan 16/16




Selamlar
Meydan okumanın değerlendirme günü bugün.

Benim için bir ilk. Ana hatları belirlenmiş bir çerçevede, her gün düzenli yazmak. Hemde bir grupla. Onları takip etmek. Her gün, aklının bir köşesinde yazacakların olması... 

Bana çok iyi geldi, bu meydan okuma. Zihnimi diri tuttu. Özellikle bazı konularda, arkadaşarın yazıları, oldukça ufuk açıcı oldu. Koronalı günleri hatırladığımızda yüzümüzü güldürecek, hoş bir anımız oldu. Ayrıca yeni arkadaşları tanımama vesile oldu. Teşekkür ederiz Ezgi.


Birbirine benzeyen günlere, fark gelsin istedim. Kendime
kitap mührü aldım. İki gün iş buldum kendime, mühür basacağım :)) 

Selametle...

29 Nis 2020

29 Nisan 16/15


Selamlar
Bugün yoğundu sanırım, yazım akşama kaldı. Yeni tasarım bir battaniyenin pdf'sini satın aldık, arkadaşlarla. İp siparişi verdim. Onlar gelene kadar en baba, yarım işim olan bu seccadeyi işliyorum yavaş yavaş. Az kaldı demek isterdim ama biraz daha yolum var.

Bugün bir ütopya yazacağız. 

Benim dersim itibariyle, ütopyalar ve distopyalar hakkında okumalarım epeyce fazla. Bu okumaların içindeki, distopyaların gerçekleşme olasılığının, ütopyaların gerçekleşme olasılığından daha fazla olduğunu düşünürüm. Hatta bazı ütopyalarda bana distopik gelir.
Derslerde öğrencilerime kendi ütopyalarını yazmalarını ödev olarak vermişliğim var. Gençlerin ütopyaları bana düşünürlerin ütopyasından daha sevecen, daha insani gelir. Tabi ki, henüz bozulmamış, insan zihni daha masum toplumsal düzenler kurgulayabiliyor doğal olarak. 

Benim ütopik toplumumda, insanlar doğayla kavga etmiyor. "Kulluğunun bilincinde." Serçe gibi, sümbül gibi, hatta toprak gibi yaratılmışlardan biri olduğunun farkına varmış. Diğer yaratılmışları kendine rakip seçip, onları hükmüne almaya çalışmıyor, onlarla uyum içinde yaşıyor. Kısacası haddini biliyor. 

Kişisel düşüncem, insanlar haddini aşıp, kulluğunu unutup, haşa tanrılığına soyunduğu için bu haller başına geliyor. Hem sadece güç sahipleri değil, sıradan insan tekleri bile bahsettiğim durumda. Böyle düşünemem neden olan durumlardan sadece birinden bahsedeceğim size. Benim kızım üniversite öğrencisi. Sınava girdiğimiz sene, tercih döneminde herkes gibi bizde ailecek çok düşündük ve zihnen yorulduk. Ama asıl karar vermesi gereken kızım kadar değil. O kararsızlığı karar aşamasına getirene kadar yıprandı, bizde ona eşlik ettik bu süreçte. Fakat bazı ailelerde durum böyle olmadı. Kızımın bir arkadaşının babası, çocuğa söyleme ihtiyacı bile duymadan, son gün sisteme girip, çocuğun tercihlerini değiştirdi. Garibim hiç sevemediği bölümde üç yılını bitiriyor ve hala nefret ediyor, çok mutsuz. İşte babaya bunu yaptıran şey, kendini o çocuğun tanrısı zannetmesidir. Çocuğun ihtiyaçlarını karşılayan, yediren, içiren kendisi ya, onun hayatı ile ilgili böyle bir kararı, hemde hiç sormadan almayı kendinde hak görüyor. İşte hadsizlik dediğim bu. 

Ütopyama dönecek olursak, "insanlar yalan söylemekten çok utanıyorlar". Yalan söylemek zorunda kalmaktansa ölmeyi tercih edebiliyorlar. 
Ayrıca "gençlerle ilgili, olumsuz cümleler kurmak, onlarla ilgili umutsuz konuşmak çok ayıp." Çünkü hepsi gayet iyi biliyor ki, kendileri nasılsa gençlerde aynen öyle. Onların kusurları, aslında kendilerinin gizlemeyi başardıkları zaafları. O nedenle, gençlerle ilgili bir sorun varsa, dönüp kendilerine bakıyorlar. 

Ütopyalar insanların umutları, ama insanların hâl dili, distopyalara daha yatkın malesef. Bu yatkınlıktan kurtulmak olsun bugünkü dileğimiz. 
 Yarın görüşürüz, selametle....







28 Nis 2020

28 Nisan 16/14

 
Selamlar
Motif grubu ile diz battaniyeleri ördüğümüzden bahsetmiştim. Karantina sonrası, büyüklerimize hediye edilmek üzere. Ben şimdilik bir tanesini bitirdim. Bakalım elimdeki iplerden, bir tane daha çıkacak mı? 

Bugün robot tasarlayacağız.
Aslında üzerine pek düşünmediğim bir konu. Bir robotum olsa, ondan neler yapmasını isterdim? 
Ramazanın ilk günü, bizim ev ahalisi mantı istedi. Normalde Kayseri'de olunca mantı yaptıracak hanım çok rahat bulunur. Hatta burada bir işletme var. Hazır kesilmiş, numaralı mantı hamuru üretiyorlar. Mesela sen gidip 3 numara hamurdan yarım kilo alıp, evde rahatlıkla dolduruyorsun. Hamur yoğurma, açma kesme telaşı yok. Ama bu ara korona var malum. Ekmeği bile evde yaparken, hamuru almak pek hijyenik olmayabilir. Her ne kadar işletme tertemiz bir yer bile olsa, risk risktir. Tabi ki ben mantıyı sürecin en başından itibaren, kendim yaptım. Hala omuzlarımda ve boynumda o günden kalma hatıralar var :) Öyle olunca bu hamur işlerini becerebilen bir robot olsa hayatım cidden kolaylaşırdı. 

Sonra ev işlerinden hangisini hiç sevmiyorsun deseler, ütü yapmak derim sanki. Aslında çok sevmediğimden değil ama bir süre sonra, kokusu başımı ağrıtıyor ve ütü çoksa bu defa boyun fıtığım ses veriyor. Yani bizim robot kız ütüde yapsa çok iyi olur. 

Yemek yapmayı seviyorum, orada işime karışmasın ama ben yemek yaparken getir götür işine baksa, daha konforlu olurdu tabi, Bu arada Şüheda, görse "robota ne gerek var anne, ben varım ya" diye imalı bir laf göndermesi yapardı, kesin :)

Şimdi düşününce, bu çamaşır ser, topla işi de gıcık. Bizim robot makinaları da boşaltsa hiç fena olmaz. 

Gördün mü alış verişi unuttuk. Helede bu koronalı günlerde, manavı, marketi yapsa gelse ne güzel olur. Hem sistemine bir yükleme yaparız, meyvenin sebzenin tazesini, güzelini seçebilir. Ürünlerin üzerinde bir kod olmalı, üretim yeri tarihi falan filan, robotun sistemiyle uyumlu bir kod. O zaman benden bile bilinçli alış veriş yapabilir. 

Şimdi bu kuzucuk bu kadar işi yapıyorsa, bizim evin elemanı olur. Mutlaka hoş sohbet olmalı. Mesela market listesini sistemine yüklediğimde, "dondurmada alayım mı" desin. Ya da yemek tercihi yaparken fikir versin. Yaptığım yemeğin kalorisini falan hesaplasın. Göğüs kısmında bir ekran olsun, bana yemeğe yardım ederken, o ekrandan bloglara girip, bana son yüklenen postları okuyabilir. İstediğim yorumları, istediğim bloga yazabilir. Böylece aramızdaki ilişki kişisel ve daha samimi olur, sohbette etmiş oluruz. 
Ay ben çok sevdim bu minnoşu. Bir ad bulmalı buna şimdi. siz ne dersiniz, adı ne olsun benim tatlış robotun? :))



Sevgili Derya'nın bloğundan kopya çektiğim, tutacakla geldim bugün. Dikiş makinam yok ama elde dikiş yaptım. Tığ işi kısmını, kızım ördü. Kalanı ben toparladım. Akşamdan beri, gidip gelip seviyoruz. Fikir için teşekkürler Derya.


İnstagramdan Çiğdem Hanım var. Çok hoş bir hanım. Çiçeklerin sultanı diyorum ben ona. Normalde bu mor yonca, kökündeki o fasulye gibi taneden çoğaltılıyor malum. O dalını filizlendirip, bir deneme yaptı ve ikinci dal sürgün verdi. Bu beni çok heyecanlandırdı. Bende denemeye karar verdim. Bakalım bizim tecrübemiz nasıl sonuçlanacak. 

Yarın görüşürüz, selametle.....

27 Nis 2020

27 Nisan 16/13



Selamlar 
Konu öğrenme ben öğretmen, bakalım nereye gidecek mevzuu :) 
Ezgi bugün nasıl öğrenirsin? diye soruyor.

Genel hatlarıyla öğrenme, tekrar ve yaşantılar yoluyla davranışta meydana gelen istendik ve kalıcı değişiklikler, olarak tanımlanıyor. 
Tanımı  biraz açarsak, bir defa öğrenme kalıcı olmak zorunda. Yani, herhangi bir nedenle bilgiyi hıfz edip, sonrada işi bitince unutuyor, kullanmıyorsanız, bu öğrenme değil. 

Öğrenme, davranış değişikliğini beraberinde getirir. Mesela kilo vermek için diyetisyene gittiniz, o size listeler yaptı. üç ay, beş ay, bir yıl; her neyse bu listeye uydunuz. Kiloda verdiniz. Ama sizin sağlıklı beslenmeyi öğrenip öğrenmediğiniz, o listeler ortadan kalkınca anlaşılır. Listeler yokken de neyi ne kadar yiyeceğinizi bilir, hayatınızda bunu uygularsanız, sağlıklı beslenmeyi öğrendiğiniz söylenebilir. Aksi durumda bir öğrenme gerçekleşmemiştir. 

Öğrenmenin gerçekleşmesi için, bireyin öğrenme sürecinde aktif olması şarttır. Öğrenecek kişi, sürecin bir parçası haline gelmiyor, sadece seyirci locasında oturuyor ise öğrenme gerçekleşemez. Meşhur bir söz vardır hani, "bakmakla öğrenilseydi, kediler kasap olurdu" diye. O hesap, öğrenme için tecrübe şart. 

Öğretmen ben, konferansı bitirdiğine göre :), bu fani nasıl öğrenir, ondan dem vuralım. :)

Ben, sürecin bir parçası olmadığım hiçbir şeyi öğrenemem. Daha önceden hiç tecrübe etmediğim, yeni bir durum varsa ortada aktif olarak işin içinde olmalıyım. Yani yemek mi yapılacak, tencerenin başına geçmeliyim. Yeni bir model mi çıkacak, ipi tığı elime almalıyım. Bir test sorusu mu çözülecek, kalemi kağıdı elime almalıyım. Mutlaka dahil olmalıyım yani. 
Planlı bir öğrenme söz konusu ise, yani bir derse, bir konferansa gideceksem, mutlaka öncesinde okurum. elimde kalemim not defterim, dinlerken notlar alırım.
Kendi cümlelerimle yazabilmek benim öğrendiğimin kanıtıdır. Hiçbir şekilde ezberleyemem. Zaten bu yüzden yabancı dil öğrenemiyorum. Yaşımla da ilgili değil bu durum. Daha gençken bile ezberleyemezdim. Bazı şiirler var mesela, hatırımda kalsın istediğim, bazı türküler. Yok imkansız. Biri başladığında, hemen diğer mısrayı söylerim. Ama baştan sen oku desen, imkansız. Benim için öğrenmemin ilk ve tek şartı, kendi cümlelerimle ifade edebilmek. bunu yapabildiğim, hiçbir şeyi unutmam. Lazım olduğu anda, hemen gelir aklıma. Ders anlatırken, hazırlanıyorum tabi öncesinde. Ama slayt tahtada çocuklara özel kalıyor, ben konuyu anlatırken, nerelerden nasıl bağlantılar kuruyorum, bazen kendim bile şaşırıyorum :)  

Özetle öğrendim, demem için, artık o konunun benim yaşantımın, aklımın, bilgimin ve görgümün ayrılmaz parçası haline gelmesi gerekiyor. Pratik olarak kullanamıyorsam, öğrenemiyorum da malesef. 



Bugün Ramazana özel ne paylaşayım diye düşünürken, annemden öğrendiğim bir detay aklıma geldi. Annem yayla çorbası yaptığında, üstünün sosuna kuru soğan kavururdu. Ben, yayla çorbasını herkesin bu şekilde yaptığını zannediyordum. Yıllar önce Tatvan'dayken, yayla çorbası için, soğan kavuruyordum, komşum hayret etti. O zaman anladım, annemin speciali olduğunu :)) Öyleyse, bugünün Ramazana özel paylaşımı bu olsun dedim.

Yayla çorbasını bildiğiniz usul pişiriyorsunuz. Küçük küçük doğradığınız kuru soğanı, tereyağı ile kavuruyorsunuz. Yalnız dikkat edilecek şey, kuru soğan çok güzel kavrulacak ama yakmadan. Yani tavada onu bırakıp başka işle meşgul olmak yok. Bir tarafı yanık bir tarafı beyaz kalmayacak soğanların. (Ben bazen aceleden öyle yaparım da) Dikkatli bir şekilde soğanı yakmadan kavuruyoruz, üstüne kuru nane ve çorbanın üstüne cosss :)) 
Çok lezzetli oluyor tavsiye ederim. 

Yarın görüşürüz, selametle....


26 Nis 2020

26 Nisan 16/12



Selamlar
Bugün haftanın günlerini yemeğe benzeteceğiz :))

Ay Ezgi! Bütün günlerin birbirine benzediği bugünleri, hangi yemeğe benzeteceğiz, bilmiyorum. Malum zaman kavramı anlamını yitirdi. Günlerden pazartesi olmasıyla, perşembe olması arasında bir fark kalmadı. Hepsi, yeni kurulmuş bir turşu gibi "olmayı" bekliyor. :)) 

Madem meydan okuma var, karantina öncesi dönemin hatıralarından yararlanıp, yazacağız artık.

Pazartesi, okul geç başlıyor, yani kahvaltıda közlenmiş biber bence. 

Salı, öğleden sonra saat ikiden sonrası benim, dost sohbeti ve aromasını sevdiğim bir filtre kahve. ( Çünkü Elif'in de öğleden sonrası boş :) )

Çarşamba, çok güzel bugünde sabah evdeyim, en sevdiğim öğün kahvaltı keyfime göre, kaymak ve reçelle zenginleşmiş krep ( bal değil, çünkü bala alerjim var. kalori diyenleri duyuyorum. Ama perşembe nöbetçiyim, köprüden önceki son çıkış yani :) ) 

Perşembe, nöbet günüm. Aslında hepi topu 4 saat dersim var ama tüm gün okuldayım. Boş saatimde ben kitap okurken, Sevtap ablanın getirdiği, sürpriz bir kupa demlenmiş çay. 
(Canım ya, ne tatlı bir kadın. Okulumuzda çalışan, temizlik görevlilerinden biri. Çayımızı da demler. Benim dersimin olmadığını, nöbet için okulda olduğumu bilir. İlk saat millet derse girince, bardağımla çay doldurup, yukarı çıkarır. Hem bunu yalnızca bana yapmaz. Ben o okulda çok yeniyim zaten. Aramızda böyle bir hukuk gelişmesi için daha çok erken. Ama o işini severek yapıyor. İşte temel neden bu. Şu an burnumun direği sızladı. Çok özledim ben okulumu.) 

Cuma, boş günüm. Ben ne istersem o. Bazen bir kek, bazen uğraştırıcı bir ana yemek, bazen daha önce denenmemiş bir çorba. 

Cumartesi, kahvaltıdan sonra, tam vaktinde içilen bir Türk kahvesi. 

Pazar, eşim polis olunca her hafta düzenli pazar kahvaltımız olamıyor malesef. Eşim evdeyse tabi ki özenli bir kahvaltı. Mesela pankek. Ama eşim evde yoksa, ben kendime arkadaş günü ilan ettiysem, (çünkü sevdiğim bir arkadaşım cumartesi çalışıyor, sadece pazar buluşabiliyoruz onunla.) O zaman Emirgan çay bahçesinde yenen bir magnolia.

Dediğim gibi, zamanın anlamı olduğu günlerdi bunlar. şu an hepsi birbirinin aynı. 



Dün sevgili Ruşyena'nın bloğunda, güzel bir yazı okudum. Mübarek Ramazanı şenlendirmek, ona özel paylaşımlar yapmak fikri bana çok cazip geldi. Ne yapabilirim diye düşünürken, mukabele saati geldi. (Diyanet tv'de bir gün içinde üç farklı saatte, mukabele var. aynı cüzü 3 defa okuyorlar. Size hangi saat uyarsa, bakın derim.) 

Ramazanı şenlendirme projelerinin ilki mukabele sırasında kullanacağım bir ayraç. Kuş tüyü kitap ayracı diye aratırsanız, you tube'da birçok arkadaş açıklamış. Çabucak örülüyor.Çok keyifli tavsiye ederim.

Yarın görüşürüz,, selametle...






25 Nis 2020

25 Nisan 16/11



Selamlar
Bugün konumuz sosyal medya

Sosyal medya; çağın en büyük gerçeklerin biri. Ama her şey gibi belirleyici olan yine insan. Onunla kavgaya tutuşmanın kimseye bir faydası yok. Aslında bize bizi gösteriyor. Zaaflarımızı, güçlü yönlerimizi karakterimizi bir şekilde ortaya koyuyor.

Şehirlerin kalabalıklaşması, komşuluk ilişkilerine zarar vermiş durumda. İnsanların bu ihtiyaçları artık sosyal medya aracılığı ile gideriliyor. İnstagram üzerinden toplaşıp, kahve içmelerimizin başka açıklaması olamaz sanırım. 😊

Faydalarını maddelemek gerekirse;

1) Benim hayatımın artık çok özel bir parçası haline gelen çok kıymetli arkadaşlar edindim.
    2) İngiltere’de yapılan bir tasarımı, Anadolu’nun ortasında Kayseri’de görüyor, hatta örüyorum. :) 
     3) Bilgiye ulaşmak hiç olmadığı kadar kolay.

Zararları neler derseniz;

1   1)  Bilgiye ulaşmak kolaylaştı ama bilgi kirliliği denilen bir kavram girdi hayatımıza.
     2) Zararlı olmasının en büyük nedeni, biz yetişkinler sosyal medya ile ilişkimizi olması gereken noktada tutamayışımız. Bu hem bizim vaktimizi kötü kullanmamıza hem küçüklere kötü örnek olmamıza neden oldu. İster istemez aile saatlerinden çaldı. Ama bu sosyal medyanın değil, başta dediğim gibi bizim hatamız. Ama ondan kaynaklanan bir durum olunca zararları hanesine ekledim.
    3) İnsanlardaki güven duygusuna zarar verdi.

En başta dediğim gibi, zarar hanesi alında bizim zaaf hanemiz. Sosyal medya biz nasılsak öyle. Freud, insan benliğine etki eden iki unsurdan söz eder. İd ( alt benlik), süper ego ( üst benlik). Bireyler eğer id’in etkisinde ise, sosyal medya onun hayatının kabusu olabilir. Ama bireye süper ego, etki ediyorsa, bu defa kişisel gelişime katkısı paha biçilmez.

Yarın görüşürüz, selametle….





24 Nis 2020

24 Nisan 16/10

Selamlar 
Mübarek Ramazanın ilk günü malum. Ramazanın kendine ait bir ritmi hep vardır zaten. Evde kal günlerinde bile olsak, hızlıca geçip gitti. Normalden daha geç uyanınca, ister istemez trafik sıkıştı :))

Bu ara ciddi ihmal ettiğim bir konu, film seyretmiyordum çok uzun zamandır. Bu yılın başından itibaren bu konuya eğilmeye karar vermiştim. Ama şu an aklıma gelenler daha eski filmler. 

İlk tercihim Yüzüklerin Efendisi olur sanırım. 



Boudguart "Iwill always love you"


Türkler geliyor 


Bir ara sıklıkla seyrettiğim hint filmlerine de bir başlık açalım 
veer zara 


Geç kalmış olamanın psikolojisi ile aklıma ilk etapta gelen bunlar. 
yarın görüşürüz. selametle....


23 Nis 2020

23 Nisan 16/9


Selamlar
23 Nisan 1920, bir milletin, iradesine vurulmak istenen zincire baş kaldırmasıdır. O nedenle milli micadelemizin önemli bir köşe taşıdır. Bu kadar kıymetli bir günü, çocuklarına armağan etmek ancak bizim gibi âli milletlerin yapabileceği bir şeydir. Dünya durdukça dursun 23 Nisan. 
Resimdeki minik, benim en küçük yeğenim. Bizde ondan küçük çocuk kalmadı, herkesler büyüdü :) 


Meydan okumanın 9. günü. Sandviç tarfi, vereceğiz birbirimize.
Sandviç dediğin, pratik olur değil mi hahaha. Bu sandviç, evde kal günlerine özel :)


EKMEK HAMURUNUN TARİFİ
2,5 su bardağı ılık süt
yarım paket yaş maya
1 yemek kaşığı şeker ( şeker tepeleme olmayacak. hatta bir tatlı kaşığı bile koyabilirsiniz. o da tepeleme olmasın) 
1 tatlı kaşığı tuz,
2 yemek kaşığı zeytinyağı
6 su bardağı un 

2,5 su bardağı sütün tamamını süt koymak zorunda değilsiniz. Aynı miktar sıvıyı, süt ve su karışımı da yapabilirsiniz. Maya, şeker ve sıvı karışım, yoğurma kabına alınır. 10 dakika kadar mayanın aktifleşmesi beklenir. Ardından diğer malzemeler eklenip, hamur yoğrulur. Ben, beyaz un ve tam buğday unu karışık bir hamur yoğurdum. Siz dilediğiniz unla yapın. Mayalı hamur yoğrulmayı sever. O yüzden, üç beş dakika yoğurun katlayarak. Sonra mayalanması için sarın. Maksimum 1 saate hamur hazır. 



Hamurun yarısı ile, ekmek pişirdim. Kalan yarısı ile 5 tane bazlama, 5 tane gözleme yaptım. Çok fonksiyonlu bir hamur :))


Gelelim sandviçe, ekmeğimiz son derece yöresel oldu ama sandviç içeriği internatianol :))
Yumuşamış avakado vardı evde. Sandviç'in içeriği, avakado ve yumurta. Avakadoyu birkaç damla limon sıkıp ezdim. Yumurtayı pişirdim. Bazlamanın altına avakado, onun üstüne yumurtayı serip, ekmeği sardım, Oh misss :)) Tavsiye ederim.



 Evde tulum peyniri vardı. Birkaç tanede gözleme yaptım. 3 kişilik evin bazlamasıda, gözlemeside 5 tane olur efendim :))



Korona günlerinden paylaşımlarda çoğaldı. Bugün meydan okumaya ek olarak, onlardan da bahsetmek istedim. Ubuntu bitti. Dedri Uys'ın harika tasarımı. İkinci defa örüyorum. Sonuç yine çok tatmin edici. You tube sayfasında o kadar güzel anlatıyor ki, İngilizce hiç bilmeyen ben bile çok rahat onunla beraber örebiliyorum. Düşünenler hiç durmasın derim.


Benim canım motif grubumun en tatlış elemanı sevgili Neslihan, elimizdeki iplerden motif örüp, diz battaniyeleri yapalım, karantina sonrası belirlediğimiz bir huzur evine gönderelim dedi. çok cazip geldi fikir. Günde 6 tane motif örme görevi verdim kendime. Bakalım iplerim beni nereye kadar götürecek.


Yüzüklerin efendisi serisinin son kitabı, Kralın dönüşü bitti. Şimdi sıra Hobbit'te. Kasedi başa sarmak gibi olacak benim için.



Yarım işlerimden biride bu seccade. Akşam işlemem imkansız. Göremiyorum. Sabahları biraz zaman ayırmaya niyet ettim. Umarım istikrarlı bir şekilde devam edip. bitirebilirim.

Yarın görüşürüz, selametle...

22 Nis 2020

22 Nisan 16/8

Bugün çizgi film kahramanına eşlik edeceğiz. :))

Ya Ezgi kardeş, 45 yaşında bir insan evladıyım. Bebem dersen 20 yaşında. Bizim evde bir yüzyıldır çizgi film seyredilmiyor. Yani gündeme hâkimiyetim sıfır. Artık ne olduysa yürüyelim bakalım.

Çocukken seyrettik tabii çizgi film. Ama şimdiki gibi günde 10 öğün, olmadı you tube sağolsun, modunda değil. Her şey gibi onun da bir zamanı, vakti vardı. Ağır başlı bir şekilde vaktinin gelmesini beklerdik. Bizim sokağımız vardı :)). çıkıp oynadığımız. Mahalledeki annelerden biri çizgi filmin başladığını fark edip seslenirdi. Bizde oyunu bırakır eve koşardık. Tabi biz oyuna, annelerimiz işe güce daldıysa, bazen ortasından, bazen sonundan yakalardık.  Heidi, He-man, Vikingler, Güneşin oğlu Esteban (bu arada babam bile seyrederdi onu ), He-man’in bacısı She­-ra , falan fıstık. Fırsat buldukça bakardık bunlara. 

Ama pazar sabahı yayınlandığından mı nedir, bilmem ( sabahın o saatinde sokağa kim çıksın), Voltran, hiç kaçırmadan seyrettiğim çizgi filmdi. Evde erkek çocukta yoktu, hani bende “erkek gibi kızlardan” pek sayılmam ama nedense çok severdik, kardeşlerimle Voltranı. 


Şimdi ben o robot aslanlarla vakit geçirmek isterdim. Bizim dünyamızında başı en az Arus kadar derde girmiş durumda. Voltranı oluşturup, bencillik, iki yüzlülük, nankörlük, cehalet ve tembellikle mücadele etmek isterdim.

Hadi hep beraber Voltran’ı oluşturalım;
VOLTRAN     VOLTRAN     VOLRTAN

Peki, siz nelerle mücadele edelim istersiniz. 😊
Yarın görüşürüz. Selametle….



Bilmeyenler için kısa bir dipnot:
Voltran, orijinal adı Voltron olan bir Japon animasyon çizgi dizisidir. Yayına ilk defa 1984'te girmiş ve toplam 124 bölüm oynamıştır. Türkiyede'de TRT1 tarafından özellikle pazar sabahları yayınlanmış ve 80'li yılların çocukları arasında kısa zamanda efsaneleşmiştir. Çizgi dizi, evrenin uzak bir köşesinden gelen 5 aslan şeklindeki robotun ve bu robotları kumanda etmesi için eğitilmiş 5 kahramanın evrenden gelen kötülüklerle mücadele ederek Arus gezegenini koruması üzerine kurulmuştur. Aslan robotların her birinin farklı yetenekleri olsa da en büyük özellikleri birleşerek daha büyük bir robot olan Voltran'ı oluşturabilmeleridir.
Pilotlar ve aslanları. 
Keith - Kaptan - Üniforması kırmızı - Siyah aslan - Kafayı oluşturuyor. 
Lance - 2. Adam - Üniforması mavi - Kırmızı aslan - Sağ kolu oluşturuyor 
Pidge - Teknik Adam - Üniforması yeşil - Yeşil aslan - Sol kolu oluşturuyor 
Hunk - Koca Adam - Üniforması turuncu - Sarı Aslan - Sol bacağı oluşturuyor 
Allura - Prenses - Üniforması pembe - Mavi Aslan - Sağ bacağı oluşturuyor 




21 Nis 2020

21 Nisan 2020 16/7


Selamlar
Bugün meydan okuma konumuz bir tercih gerektiriyor. Gün batımı ya da gün doğumu. Tercih konularımız bunlar.

Benim için inanılmaz zor bir konu. Dünden beri düşünüyorum. Balkonumdan, mutfak camından rengarenk, doya doya seyrettiğim gün batımını mı tercih etmeliyim, yoksa sabahın o ilk saatlerinde solumaktan hoşlandığım havayı mı tercih etmeliyim çok kararsızım.

Benim evim batı cephede. Manzarayı kesecek binada yok önünde. O nedenle bulaşık yıkarken bile görsel şölen seyredebiliyorum. Bazı günler profesyonel fotoğraf makinası almadığıma kızıyorum hatta. 😊 
Ama benim tercihim sanırım, gün doğumlarında yaşadığım yenilenme hissi olacak.

Sabah erken kalkanlardanım. Gün doğumlarının, kışın ayrı, yazın ayrı güzel bir havası var bence. Sanki havadaki oksijen bile farklı. Sabahın ilk saatlerinin yaşattığı his, insanı gün içinde karşılacağı her şeye hazırlıyor, tazeliyor bence. Fırsatı olanlar kaçırmasın derim.


Özetle, ben gördüğüm güzelliği değil, hissettiğim tazeliği tercih ediyorum ve gün doğumu diyorum 😊



Yarın görüşürüz, selametle….

20 Nis 2020

20 Nisan 2020 16/6



Selamlar
Meydan okuma ilk yarısına yaklaşıyor. Düzenli yazabilmek, çok güzel. İnsanı ataletten kurtarıyor. Ezgi’ye teşekkür ediyorum, bana çok iyi geldi.

Bugünün konusu; bugünlerde bize ilham veren şeyler.

Malum evdeyiz. Gözlem alanımız daraldı. Ama digital teknolojinin geldiği nokta bize bu daralma hissini yaşatmıyor. Gerçi insanlar uzun süredir dışarıda olsa bile, sadece ekranlara bakarak yaşadıkları için, çok fark etmemiş olabilirler, bu daralmayı. Yanımızdan gelip geçen mevsimleri, insanları, olayları hiç görmeden, sosyal medyanın ve ekranların bize sundukları ile yaşamaya başlamıştık, uzun süredir zaten. Birileri yaşıyor, tecrübe ediyor, okuyor, bizde seyrediyorduk. Belki de bu süreç bize hayatı izlemenin değil, yaşamanın ne kadar kıymetli olduğunu hatırlatır. Umarım nasip olur, çıkarsak kapılardan bu defa daha önce yaptığımız şeyleri bırakır, artık hayatımızı gerçekten yaşamaya başlarız.

Benim canım arkadaşım, alt komşum, küçük kardeşim gibi sevdiğim, edebiyat öğretmeni Nafiacığım, ( fotoğrafta en arkada olan sevimli yüz) geçen gün bu "kapılardan çıkma" imgesi üzerine minik bir yazı yazdı. Benim için çok ilham vericiydi.

Yetinmeyi öğrenmiş olarak çıkacağız kapılardan.
Gereksiz şikayetlerimizi unutmuş olarak,
Herkesi olduğu gibi tüm hataları ile severek,
yanında olarak çıkacağız bu kapıdan.
Ertelediğimiz birlikteliklerimize üzülmüş olarak çıkacağız.
Bir anda her şeyin değişebileceğine inanmış olarak.
Şimdinin değerinin farkına vararak,
Gerçek yalnızlığı, sahte kalabalığı, görmüş olarak çıkacağız kapılardan
Toprağın, suyun, karıncanın, arının kıymetini anlamış olarak,
Kapıdan çıkmanın değerini anlamış olarak çıkacağız.

Benim nahif arkadaşım, gönlünü kaleme döktü. İşin esası mesleğimle ilgili, hobilerimle ilgili dikkatimi çeken başka şeylerde oldu. Ama yazının etkisini dağıtmak istemiyorum. Hayata bakışımızı sorguladığımız demlerdeyiz. O yüzden böyle kalsın istedim. Bu arada "Anne" bitti. Sempatik ama cesur hatun. Sevdim tatlı cadıyı. Gerçekten ilham vericiydi. Haksızlık etmeyip, ondan da bir replik paylaşayım. 😊

Hayat hediyelerini bazen en karanlık ve kuytu yerlerde saklıyor.

Sanırım sadece yeterince cesur olanlara, kendini aramaktan korkmayanlara vermek için.





Şimdi aklıma geldi; dün bir arkadaşım paylaşmıştı. Hayatla ilgili bir tüyo 😊

Birine sormuşlar:
Nasıl zengin oldun?
Demiş ki;
Allah verdi, ben ihtiyacı olana verdim.
Allah verdi, ben ihtiyacı olana verdim.
Yarışılır mı o kazandı.  😊 😊 😊

Adı güzel, kendi güzel peygamber efendimiz, Muhammed Mustafa, bir hadis-i Şerifinde;

“Zekat vermekle mal azalmaz” buyuruyor.

Bu zor zamanlarda, bana bu güzel uyarıyı hatırlattığı için son derece ilham vericiydi.

Normalde Nafia’canın yazısından sonra susacağım dedim ama ilk yazımda da dediğim gibi “ders anlatamayan öğretmen sendromu” yaşıyorum. Hoş görün 😊
Yarın görüşürüz, selametle….


19 Nis 2020

19 Nisan 2020 16/5


Kaybolma hikayem :)
Selamlar, şöyle buyurun efendim. size benim neden olduğum, en komik ailece yolunu kaybetme hikayemizi anlatayım. :))
Ben öyle çok kaybolan biri değilim. Her yeri bilirim iddiasında değilimdir. Ama özellikle arabayı ben kullanacaksam ve daha önce gitmediğim bir yere gideceksem, eşimden çok teferuatlı bilgi alırım. Adam polis. Hemen hemen her yeri biliyor çünkü:)
Zaten bizim kaybolma hikayemiz yaşadığımız şehirde değil. Kardeşim Balıkesir Gönen'de yaşıyor. Beş yıl oldu sanırım, Gönen'e gidiyoruz. Arabada kardeşim, oğlu, kızım ve biz varız. Sivas'tan yola çıktık. Epey bir yol malum. Bursa'dan geçiyoruz. yolda tabelalarda bir garip zaten. 12 saatten fazla yol gitmişiz, arabada herkes çok yorgun. ama biz gitmeye devam ediyoruz. Ben bir ara elimdeki telefona daldım. Arabayı eşim kullanıyor tabi. Kafamı telefondan bir kaldırdım, Orhan, İzmir tabelasına doğru dönüyor. Bir heyecan İzmir'i gösteriyor tabela, yanlış gidiyorsun sanırım dedim. Orhan'da "sağolsun, her dediğimi aynı sadakatle yapar gibi" :)))) pat, diye döndü.
Meğer o yol doğruymuş. İzmir tabelasını görünce dönmek gerekiyormuş. O döndüğümüz sapak bizi Bursa şehir trafiğinin içine soktu. Hava nasıl yağmurlu, trafik kilitlenmiş. Bizim Kayseri'de tramvayın dibinden gidersen, sana bir dönüş verir. Meğer Bursa'da vermiyormuş. Bizim hamle yapacağımız tüm kavşaklar yolun diğer tarafında ve üç şerit olduğu gibi arabayla dolu. Önüm, arkam, sağım, solum sobe, saklanmayan ebe durumu var ve biz o an ebeyiz. :)))

Şimdi şunu hayal etmenizi istiyorum. 12 saatten fazla yolculuk yapmışsınız. Yanlış bir yola girdiniz. Hava yağışlı. Şehir trafiği kilitlenmiş. Siz dönecek kavşak bulamıyorsunuz ve mütemadiyen gitmek zorundasınız. Nereye gittiğinizi bilmeden. Veeee en fazla on bilemedin onbeş metre arayla "Gülümseyin Nilüfer'desiniz. yazan bilbordların altından geçiyorsunuz.
Ayyyy korkunçtu. arabadakiler iyi ki bana saldırmadı o gün hahhahaha

Zavallı kızım ve zavallı babası, dalgın annenin gadrına uğradılar. Yanında bonus olarak, kardeş ve yeğende vardı. Hala fotoğraf çekerken kardeşim " Gülümseyin Nilüfer'desiniz" diyerek beni tiye alıyor. Hak edilmiş bir durum, o yüzden ses etmiyorum. :))

İşte budur benim en son kayboluş hikayem.


Bugün sevgili Ezgi'nin doğum günüymüş. Blogundan onu en güzel yansıttığını düşündüğüm fotoğrafı yürütmüş olabilirim. Uamrım bana kızmaz.

Sevgili Ezgi, yeni yaşın sağlık mutluluk huzur getirsin canım. Daha nice güzel yılların olsun. iyi ki doğdun. İyi ki tanıdım seni. Allah'a emanet ol .

Yarın görüşürüz. selametle...

18 Nis 2020

18 Nisan 2020 16/4



selamlar
Bugün yazım geç kaldı. Çünkü bu hatun kişinin doğum günüydü. Akşama kadar, evde ama ful aktivite ile geçti. Buraya oturmadan en son irmik helvası kavuruyordum. Yani dolu dolu mutfak aktivitesi. :)) Şu an su içsek taşacak sanırım. hahahaha
Evlatcığım sağ selamet nice güzel yılların olsun inşallah. Benimde o güzel günleri görecek ömrüm. :)

Bugünün sorusu, evdeki antika veya nostaljik eşyanın hikayesi.


 Bu sehpa ve üzerindeki vazo benim evde hikayesi olan eşyalar.
Sehpanın aynısından babaannemin vardı. Babaannem vefat edince büyük amcamın hanımı otoritesini konuşturdu ve "sehba bende kalacak" dedi. Yani anneme geçemedi malesef. Ben o çocuk halimle bile çok severdim bu sehpayı. Bize kalsın çok istiyordum, ama olamadı. Gel zaman git zaman ben evlendim, gördüm ki aynı sehpadan kayınvalidemde de var. "Büyük gelinler sehpayı alır adeti" var madem. Bu defa sehpa bana kalır diye seviniyorum içimden. ( fena mıyım ne)

Ama benim sevgili kayınvalidem sıklıkla eşya değiştirmesyle meşhur. Birde kendince taktikleri vardır. Evde herkesin bildiği ama kayınbabamın bir türlü çözemediği işaretler vardır. hahahaha
Bir eşyadan sıkıldıysa, helede böyle ufak tefek bir eşya ise, ev dekorasyonunda yavaş yavaş dış kapıya yaklaşır o eşya.
 5 sene oldu sanırım, Sivas'a gittik. Birde ne görelim, benim sehpa evin dış kapısının hemen dibine konulmuş. Üstünde de dekoratif bir tabak, Evin anahtarlarını falan koyuyorlar içine. Eyvah! dedim, sehpa atılacak. Aramızda da resmi bir ilişki var, hayatta isteyemem. Ama kıvranıyorum, bir daha gelişimize sehpa kesin atılmış olur. Ben böyle binbir endişe içinde otururken. eşim "anne sehpadan sıkıldın sanırım, atma bize ver" demez mi... Sevinçten o kadar insanın içinde boynuna sarılacaktım. hahahahaha Özetle, benim babaannemin değil ama kızımın babannesinin sehpası bizde. Boyamamı salık veren çok insan oldu. Ama ben kararsızım. Orjinal haliyle kızıma geçsin istiyorum .

Vazo mu? O işte benim babannemin. Ama, o da yakın zamanda geldi. Büyük amcamın, büyük kızı Menekşe ablamdaymış. 3 sene önce, bir bayram ziyaretinde bana verdi. O eşimden şanslı, çünkü o kadar insan içinde boylu boyunca sarıldım ona. :))))


Kişisel merakım nedeniyle, fincan topluyorum. Başta eski fincanlar diye yola çıktım. Ama şimdi şeklini, desenini, porselenini sevdiğim tüm fincanları topluyorum. Niyetim torunuma bir hatıra bırakmak. Zaten nasipte varsa, bir torunum olursa, ona kalana kadar hepsi eski fincan olacak. :))
İşte böylede pratiğim. hahaha


En sevdiklerimden, tepsiye sığanları, yakından göstermek istedim.


Bunlarda annemin mutfağından aşırdıklarım :))


Neredeyse unutuyordum. Annemin mutfağından aşırdığım şeylerden biride bu tepsi. Kendisi benden büyük olur. Her kullandığımda saygıda kusur etmiyorum. Zaten çocukken, mutfakta iş yapacağım, derken garibi epey hırpalamışım. Kenarlarında bir iki yer hafif eğilmiş. Annem yüzüme vurmadı ama ben tepsiyi görünce hatırladım o sakarlıklarımı. :))

Yarın görüşürüz. Selametle...