Pages

12 May 2020

Ağaç Ev Sohbetleri 38



Selamlar 
Ağaç evim yok ama ağaç taburelerim var, buyurun sohbeti burada yapalım bu defa :)) 

Konu cazip, "Kelimeleri çok değerli buluyorum, kendimizi ifade etmemizi sağlıyorlar ve günlük hayatımızda çok önemli bir yer kaplıyorlar. Bu yüzden sorularımı kelimeler ve kelimelerle bir yönden ilişkili olan dil hakkında seçeceğim. Dil konusuna girmişken ilk olarak olmazsa olmaz bir soru sormak istiyorum: Dilimizin içerisinde bulunan yabancı sözcüklerle ilgili ne düşünüyorsunuz? İkinci ve son olarak da sizin için değerli olan, ister günlük hayatta sıkça kullandığımız ister dilimizin derinliklerinden gelen, bilinmedik bir sözcük söylemenizi istiyorum. Bu sözcük hakkında bir şeyler de duymak isterim! Sizin için neden değerli olduğu gibi :)"

Aysu Hanım'ın tercihi. Kendisi de çok güzel bir yazı  yazmış, okuyun derim. 

Dil hayati önemde bir kavram. İnsanlığın en temel ihtiyacı olan iletişimi sağlıyor. Dil öyle bir kavram ki onu çıkardığınızda geriye pek bir şey kalmıyor.  Tabii kastım sadece konuşma dili değil, iletişimi sağlayan her şeyden bahsediyorum. fakat bugün konumuz lisan, yani anadilimiz. Bir dönem ülkemizde "Saf Türkçeye" dönmek adına, yüzlerce yılın birikimi olan kavramların yerine yeni yeni kavramlar üretmişler. En meşhuru, otobüs yerine "çok oturgaçlı tez götürgeç" hahaha. Bunu her hatırladığımda gülerim ben, hemde sesli. Neyse güldüm geçti. :))))
 Anadili korumak hayati önemde. Çünkü kültürün aktarıcısı dildir. Dilini kaybeden toplumlar, kültürlerini de kaybeder. Buna her birimiz dikkat etmeliyiz. Özellikle belediyelerin, kendimizi Londrada, Newyork'ta zannetmemize neden olacak, tabelalar konusunda hassasiyet göstermesini diliyorum. Ama artık dilimizin bir parçası haline gelmiş, kavramlara düşmanca tavırlar sergilemeyi de mantıklı bulmuyorum. 
Ben mi, ben mecburen yabancı kavramları kullanan, işi bu olan biriyim. Felsefe anlatırken, konuyu ontolojik ve epistemolojik olarak değerlendirip, sonrada etik boyutuna bakmam gerekir genelde :))) Anlattığım ders içerik olarak ekstra kavram bilgisi gerektiriyor. Bu bazen günlük hayatta da alışkanlığa dönüştüğü için kullanmama neden oluyor. Ama bazı kavramlarda, anlam kayması yaşandığını görüyoruz. Mesela "fenomen" aslında sadece "görünen" demek. Zannederim, sosyal medya fenomeni denilmesinin nedeni, onca hesap arasında "görünüp, fark edilmesi" olmalı. Aynı şekilde "karizma" kavramı normalde "kitleleri etkileme gücü" demek. Ama şimdilerde "karizmatik" olmak "yakışıklı" olmakla eş anlamlı. Sanırım çağın insanın tek ölçüsü fiziksel özellikler olunca, boyu posu, kaşı gözü yerinde olan  niteliksiz bir elemanda "karizmatik" olabiliyor. 

Ama kelimeler denilince, benim aklıma her daim Nazan Bekiroğlu gelir. Hoca kelimelerle adeta dans eder. Onun Yusuf ile Züleyha"sı, "la sonsuzluk hecesi", "İsimle ateş arasında" kitapları, bu dansı seyretmek isteyenler için güzel tercihler. 

"...sordu Âdem: Sen misin?
Benim ya ben, dedi Havva. Baştan başa sen’im."
............
Üç şey seçtiler cennetten çıkarmak için.
Bir:Kelimeler
İki:Aşk
Üç:Annelik duygusu
Kelimeleri Âdem aldı, annelik duygusu Havva'ya kaldı.
Ama aşk çok ağırdı.
İkisinin de aşkı tek başına taşıması mümkün olmayınca, ikisinin zembili de aşkı bir başına kaldıramayınca, bölüştüler yükü.
Yarısını Âdem sırtlandı, aşkın yarısı Havva'ya kaldı.
Öyle sert düştüler ki dünyaya, bu fenaya, Âdem'in dizlerinin bağı çözüldü, ciğerleri yandı.Nutku tutuldu.Üçüncü defa, bildiği kelimelerin hepsini unuttu.Sonra bir kısmını hatırladıysa da o bir kısmını kıyamete değin unuttu.
Aşk ? Daha yollarda sakin durmamıştı bir türlü.Kabına sığmamıştı.Bir yarısı yollarda kayboldu.Getirebildikleri ancak öbür yarısıydı.
O gün bu gün yeryüzü kelimeleri yetersiz, aşk bu dünyada kusurlu.
Annelik duygusu? 
Havva'nın cennet duygusu.
Gönül evinde, kadın bedeninde, tastamam duruyordu.
..............
                                         "la sonsuzluk hecesi"nden alıntılar. 


Bu ara kullanmayı sevdiğim kelime "yalnızlık". Hep olumsuz mana yüklenen ama bence, dünyanın en anlamlı kelimesi. İnsan yalnızken tefekkür edebilir, zihnini toplayabilir. Kendini bulup, yaşamı sorgulayabilir. Hem, peygamber sünnetidir. Ramazanda son on gün "itikâf" yapmak. Yani, dünyadan çekilip, Rabbiyle başbaşa kalmak. Birkaç gün olsun başarmayı umuyorum. 
Selametle 


5 yorum:

benhnf dedi ki...

Aynı romanın aynı dizelerini benim gibi başkasının da unutmamış olması içime dokundu🤗bu da Nazan bekiroğlu farkı sanırım. Sevgiler💜

Yüreğimin İklimi dedi ki...

la sonsuzluk hecesi bir gece de bitirdiğim bir kitaptır sürükledi resmen beni.

ruşyena dedi ki...

Biz inglış tiçırların kaderi sanırım, dilimizden yabancı sözcükleri temizlemek bir yana eksiltemiyoruz kolay kolay. Bazen Türkçesinden önce İngilizcesi aklıma geliyor, en önce pat o fırlıyor. Öte yandan modernleşme kaygısı güdüp kendini elit göstererek sözümona Cumhuriyet öncesinin her bir değerini elinin tersiyle itip Öztürkçe olduğu halde, çoğu güzelim sözcüğü demode bulup yerine (tam anlamını karşılamasa da) yenisini kullanmaya özen gösterenlerden de hiç olmadım. Olmak da istemem... Zira dil devrimi bana göre Türkçeyi eksilten bir tırpan olmuş. Biz Gaziantepliler Kayı boyundan gelen Oğuz Türklerinin yaşam sürdüğü coğrafyamızda Öztürkçe kelimelerimizi kullanırken, bir anda çoğu "yöresel dil" ya da "lehçe" adı altında ötekileştirilip değersizleştirilmiş ve zamanla anadilimizi belirleyen sözcükler arasından kaldırılıp kullanımdan çıkarılmış. Oysa bu toprakların köklü kültürüyle büyümüş yazarların kitaplarını okumak ne güzeldir. O zengin anlatımı okumaz da, gözünde canlandırırsın her bir satırını... Severim kenarda kıyıda kalmış kimi eşsiz sözcükleri okumayı... ve dahi kullanmayı... Ve kullananları... Çocukluğumdan biri çıkıvermiş de yanıbaşıma gelmiş gibi olurum... "Meneviş" mesela... Ne güzel sözcük... Yaşar Kemal ne çok kullanır(dı)...
Bu arada; itikaf için son hafta, son dört gün, son bir gün diyenler var... Ben zaman sınırlamasını hiç doğru bulmuyorum. Kişinin kendini hazır hissettiği ramazan kapsamında her an olabilmeli.. Sınırları ve şartları da olmamalı. Zira günümüz dünyasında daha çok dağılıyoruz ve daha çok meşguliyetlerimiz var. Birini dahi eksik bırakan kendini suçlu ya da yapamamış hissetmemeli. Yani kişi kendi frenini kendi çekmeli. Nerelerde, nasıl duracağını, yerlerine neleri koyacağını kendi belirlemeli... Yanılıyor muyum acaba?

deeptone dedi ki...

oooooo hocaaam ne iyi yazmışsın ama yaaa :) teşekkürler özellikle bekiroğlu bilgileri için :) feriha hanım da geldiii yeni bölüüm :)

Gonca dedi ki...

La sonsuzluk hecesi ne harika bir kitaptı herkes okumalı mutlaka . Benim deyimimle lâ kitabı 😄