Pages

27 May 2020

Ağaç Ev Sohbetleri 40



"İlk kez bir bayramı ülkece evde ve yalnız kutluyoruz. Bu durum size ne hissettirdi? 
Eski bayramlarınız nasıldı? En güzel bayram anınız nedir? Bizimle paylaşmak ister 
misiniz?''
Selamlar
Ağaç ev sohbetleri, kemale erişti. Baksanıza en kâmil yaş olan kırkına gelmiş. 😊
Mevzuu bayram. Bayramlarla ilgili birbirinden farklı milyon tane anım var sanırım. Ama hiç bu kadar, ilginç ve yalnızı olmamıştı. Allah’tan eşimin nöbeti yoktu. En azından çekirdek ailemle geçirmeyi başardık.Ama bayram, bayramdı yani. Sonuçta bir hediye. Coşkusuna sevincine gölge düşürmek bize yakışmazdı. Bayram ritüellerinin hepsini yerine getirdik. Sabah erken kalktık. Bayram namazı yoktu ama tekbirleri dinleyip, kuşluk namazını kıldık. Babamızın elini öpüp bayramlaştık.  Bayram kahvaltısı özeldir bizde her zaman. Giyinip kuşanıp kahvaltı masasında buluştuk. Yine bizim meşhurlarımızdan kahvelerimiz içildi. Hatta TRT de hazırlanan müzik programındaki şarkılara eşlik edip, “papatya gibisin, beyaz ve ince” şarkısı ile dans bile ettik. Hahahaha. Yani bayram coşkusunu lokal olsa da yaşadık. Babamızın nöbeti olsaydı asıl o zaman çok buruk olurdu. Hayatta şükredecek çok şey var.

Eski bayramlar mı? Dedim ya bende birbirinden farklı milyon tane anı var. Babam yurtdışında çalışırdı rahmetli. O yüzden bazı bayramlar bizimle olamazdı. Benim babam ,öksüz ve yetim bir adamdı. Yani babaannem ben çocukken vefat etti. Dedem, babam çocukken vefat etmiş, maalesef. O yüzden, ben dedem derken sadece, annemin babasını hatırlarım. Babamın Türkiye’de olmadığı zamanlarda bizde dedemlere giderdik. Arefe gününden.
 Annemin ailesi çok kalabalık, 4 kız 4 erkek kardeşi var annemin. Eski geleneksel ailelerden. Her birinin ayrı evi ve işi olsa bile ortak işleri ve ortak evleri vardır. Dedemin evi o yüzden ortak evdir. Her bayram, dayılarımın hepsi, teyzelerimden müsait olanlar, eşleri ve çocukları ile dedemin evine gelirdi. Bazı bayram sabahlarına, çoluk çocuk 30 kişi ile uyanırdık 😊

Bayram, arefe gününden başlardı, biz çocuklara. Yaşı müsait olan hatta bazen küçükler, arefe günü mutlaka oruçlu olurduk. Dedem hepimize horoz şekeri alırdı. Yazsa evin önündeki harmana kocaman bir sofra serilirdi. Kışsa erkekler, kadınlar ve çocuklara olmak üzere üç sofra serilirdi. Çünkü o kadar kalabalık ev içinde aynı sofrada kargaşa olmadan zor idare edilir. İftardan sonra dedem bizim horoz şekerlerimizi verirdi. Biz şekeri ilk bitiren olmamak için, kırmadan yavaş yavaş yemek için, birbirimizle yarışırdık. Dayanamayıp şekeri ısıranla, ya da horozun kafasını kıranlarla dalga geçerdik. Hahaha.

Tabi o kalabalıkta herkese özel yatak diye bir lüks yoktu. İki tane yer yatağını dikey değil,yatay şekilde odaya sererdi, büyükler. İki, ya da üç yorgan kişi sayısına göre. Biz kuzenlerle beraber, yatardık. Hatta bir anımız var. Kocaman kadınlar olduk, bir araya gelince hala hatırlar güleriz. Ben kardeşim ve dayımın iki kızı, beraber yatıyoruz. Kardeşim, akranı olan dayı kızına, kanı kaynadı sanırım, yanağını sıkıp, “ver bir makas” dedi. Yazık onun da uykusu geldi sanırım “gece gece makası ne yapacaksın, yat uyu demez mi” artık kimse yatamadı tabi gülmekten. Diğer odalardan. “Yeter susun, uyuyacağız şurada” azarını işittiğimizde bile, sessizce kıskıs gülmeye devam ettik. Dördümüz bir araya gelince, hala hatırlayıp, gülüyoruz.

Bayram sabahları, büyük bir olay tabi. Sabah erkenden, “koğuş kalk” çekilir😊 Büyük küçük, yürüyebilen tüm erkekler bayram namazına giderdi. Çok kalabalıksa, evde iş çoksa, biz kızlar gitmezdik. Ama bazı bayramlar daha sakin olurdu. O zaman bizde giderdik. Dedem imam değildi. Ama dini bilgisi çoktu. Köyünde etkili büyüklerinden, genelde köye genç bir imam atanmışsa, dedem onunla ilgilenir, sahip çıkardı. O yüzden, imamlar hürmeten bayram namazını dedemden kıldırmasını rica ederdi. Ben kalabalık olmayı severdim, tüm kuzenlerle beraber olmayı. Ama dedemin arkasında namaz kılmayı da severdim. Yani bazen biri bazen diğeri olurdu. İkisi de çok güzeldi.

Dedemin evinde, işleyen bir çark vardı. Sen ilk kez bile girsen ortama, fark etmeden çarkın dişlisi haline gelirdin. Kendiliğinden ve şamatasız bir iş bölümü yapılırdı. Anneler mutfağa kahvaltı hazırlamaya girerdi. Küçük çocuklar, zaten bayramlık giyme telaşındaydı. Daha büyükler, bir anne ya da abla refakatinde yatakları toplardık. Sonra sofranın hazırlanmasına yardım eder, hazırlanırdık. İş çoktu ama yapacak insanda çoktu. O yüzden, hep bir elden “kuş gibi” anneannemin tabiriyle, hazırlanırdık. Dedem gelince, bayramlaşma başlardı. Ama çabuk bitmezdi, hahaha.

 Bayram harçlıkları, hediyeler verilirdi ama şu an hiçbirini hatırlamıyorum. O zamanlar önemliydi ama şimdi tek hatırladığım ve özlediğim, büyük bir ailenin parçası olmak. Orada hissettiğim, güven duygusu, koşulsuz kabul görme hali. Günümüzde yetişkinleri geçelim, çocukların çoğunun bile böyle bir konforu maalesef yok. O yüzden çok şanslı hissediyorum kendimi.

Sonra hep beraber kahvaltı edilir. Sofranın yazlık kışlık modundan bahsettim az önce. Sofra kalkınca, yine kendiliğinden oluşan bir iş bölümü yapılırdı. Kahvaltıdan sonra, büyüklere kahve yapılırdı. O mecliste, kahve içemedim. O kadar büyüyemedim çünkü. Ama özellikle lise ve üniversiteye gittiğim dönemlerde, mutfak bize kalırdı, işler bitince kuzenlerle kahve keyfi yapardık, yani alternatif, kahve keyfimiz vardı bizim de.

Sonrasında, çiftler çocuklarını da alır, bayram ziyaretlerine giderdi. Her bayram, ailelerden biri dedemin yanında kalırdı. Dedem büyük olunca, geleni gideni çok olurdu. O yüzden bir ya da iki aile kalır, diğerleri bayram gezmesine giderdi. Kendi içinde bir döngü olduğu için, kimse haksızlığa uğradığını düşünmezdi. Dediğim, gibi anneannem varken, o evde işleyen bir çark vardı sanki. Herkes kendiliğinden, o çarkın dişlisi oluyordu. Anneannemin, öyle sen şunu yap, sen bunu dediğini de çok duymazdım, nadiren. Ama hiç kargaşa çıkmazdı. Aklım yetmeye başlayınca, bu kadar insan nasıl böyle organize oluyor, nasıl hengame çıkmıyor diye şaşırdım. Kerameti evden zannederdim. Meğer keramet anneannemdeymiş. O vefat ettikten sonraki, ilk bayramda çok acı bir şekilde anladık. Allah’tan ilk şaşkınlığın ardından, büyükler çabuk toparladı. Düzen yeniden kuruldu ama o ilk bayram sabahı, herkesin sudan çıkmış balık gibi kalakaldıklarını gün gibi hatırlıyorum. 

Kadının anne olunca, içinden bir güç çıktığını, kendimde tecrübe ettim. Hele de yönetmen gereken, büyük bir ailen varsa, o güç sana sadece, sözel iletişim gücü değil, hâl dili gücüde veriyor sanırım. Anneannem, kurduğu sistemin saat gibi işlediğini görüp, memnun olmuş mudur acaba.  

Babamın bizimle olduğu bayramlarda, şartlar uygunsa, yine dedemin evine gidilirdi. Anneannemin vefatından sonra, daha çok kendi evimizde bayram eder olduk. Benim erkek kardeşim yok. Babam bayram namazına bizimle gitmeyi severdi. Ama genelde ben eşlik ederdim. Kardeşim çok ilgilenmezdi. Bayram namazından sonra, yine giyinip, kuşanıp, aile içinde bayramlaşılır, yine kahvaltı sofrasına özenilirdi. Kendi ailemle kutladığım bayramlardan en net hatırladığım, kahvaltıda radyodan çalan türkülerdi. Babamın sesi çok güzeldi. Neşeli türkülere eşlik ederdik, hep beraber. Bazen annem sofrayı kaldırırken, biz babamla halay çekerdik, annem gülerek, “deli bunlar” derdi. 😊

Dedemin evi kadar olmasın, bize de çok misafir gelirdi.  Babam büyük kardeş, büyük kuzen çünkü. Günün neşeli sabah saatlerinden sonra, özellikle gençlik dönemlerimde, bolca sofra kurup, kaldırdığımı hatırlıyorum. Çünkü Sivas’ta bir adet vardır. Özellikle yakın akraba ise ziyarete gelen, mutlaka sofra hazırlanır. Menüler hemen hemen aynıdır. Yaprak sarması, yayla çorbası, sulu köfte, ev baklavası, sütlaç, hoşaf, mevsim sebzelerinden hazırlanmış, bir yemek. Üç aşağı beş yukarı tüm evlerde bu tür bir hazırlık yapılır. O sofra mutlaka kurulur. Aç ya da tok olman önemli değil, ikramlardan yemen beklenir. Yemezsen çok ayıp olur. 

Çocukken her bayramda midem çok fena olurdu. “Bayram beyi” diye bir tabir vardı. Bayramda mideyi bozanlara denirdi. Dalga geçmek için. Çocukken şaşırırdım, bu insanların midesi nasıl dayanıklı, benim midem niye hemen bozuluyor diye. Meğer büyükler çözmüş mevzuyu, her sofradan mutlaka yerler ama çok az. Hele annem her seferinde kızım, “yavaş ye" diye uyarırdı. Çocuksun tabi, ayarını bilemiyorsun. Sonuç hüsran. Biraz büyüyünce mevzuyu bizde çözdük, bayram beyi olmaktan kurtulduk hahaha.

Ya kendimi kaptırmışım, kimsede dur dememiş. Ne kadar yazmışım, daha anı çok ama utandım vallaha. Susayım artık. Bu kadar yazıyı okumazsanız anlarım, kırılmam, okursanız çok teşekkür ederim. Hadi selametle.
  





6 yorum:

Derya dedi ki...

Ne güzel bizim yaş grubunda anlata anlata bitiremeyeceğimiz kadar anı var, ben çocuğumu şimdiki çocukları düşününce bazen buruluyor içim, özlemini duyduğumuz gibi değil, onların gördükleri ve yaşadıkları ise bu. Hayatına olması gerektiği gibi yön verememek, değiştirememek ne kötü, özellikle bu sıra çok düşünüyorum neden bu zamana denk geldim ki diye :)

deeptone dedi ki...

yaaaaa çok güzeldiii, hem komik hem duygulu, bayıldım yaaa, hep yaz böyle eskileriiii :)

sessizgemi dedi ki...

yaa bir ara gözlerim doldu okurken ve hiç sıkılmadım daha yazsan okurdum yani o kadar güzel anılar ki hem sen de çok güzel anlatmışsın su gibi içtim yazıyı :) yazsana hep böyle anılardan :)

mavilale dedi ki...

Deyacığım, herkes kendi çağını yaşıyor malesef. senin tat aldıklarından evladın tat almıyor. çünkü yaşam hiçbir çağda olmadığı kadar hızlı değişti. 10 yıl bile çooookkkkk uzum bir zaman şimdi. bu kadar hızlı değişmek ne getirecek, ömür varsa yaşayıp göreceğiz. iyi olsun inşallah diyelim sevgiler

mavilale dedi ki...

teşekkür ederim deeppp :9 belki bir vesile olur kuzenin kafamı kırıp, tırnağını bisiklete kaptırdığı o acıklı anımızıda yazarım.

mavilale dedi ki...

teşekkür ederim özlemcim