Pages

28 Mar 2020

Korona Günlüğü


selamlar
Garip günler, garip zamanlardayız. Sosyoloji okudum. Doğal olarak tarihe ilgim var. Ayrıca akademik olarak devam etmesem bile öğretmen olarak toplumda gözlem yapma şansını hiç kaybetmedim. Güncel olayları takip etmek çok eski alışkanlığım. Böyle olunca dünyanın büyük bir savaşa doğru gittiğini öngörüp, öğrencilerime kendilerini çok iyi yetiştirmelerinin her zamankinden çok daha elzem olduğunu hatırlatırdım. Bir değişimin bir dönüşümün eşiğinde olduğumuz ayan beyan belliydi. Bu değişimin daha ziyade büyük bir dünya savaşıyla, coğrafyaların değişmesi olarak bekliyordum(k). Ama Rabbim kendini iyice ilah zannetmeye başlayan, her şeye gücü yeteceğini, muktedir olanın kendisi olduğunu zanneden hadsiz kullarına, birbirlerinin boğazını sıkmadan, hadlerini bildirmeyi tercih etti.
Hz İbrahim devrinde Nemrut kendini ilah ilan etmişti. Günümüz insanı o kadar nefsinin peşindeydi ki, resmen hepimiz Nemrutlaşmıştık. Hem sadece görece daha güçlü olanlar değil, herkes ama herkes bencil ve kendi varlığına gereğinden fazla anlam yükleyen bireyler haline gelmiştik. "İyilik bu toprakları terk etmek üzereydi", bilmiyorum belki de "terk etti". Bu salgın pek çok şeyi kökten değiştirecek. Ne olacak bunu tahmin etmek zor. Ama mutlaka günlük yaşantımız eskisinden çok farklı olacak. Ben şimdilik, benim hayatımı nasıl değiştirdiğinden bahsedeyim.

İlk hafta, Miraç Kandilini de içine alan günlerde bir kaç gün oruç tuttuk. sabah geç uyandım o yüzden ama bunun hiç bana göre olmadığını bir daha test ettim. Genelde en geç 12.00 gibi uyuyup, sabah 6.30 gibi uyanıyorum. Sabah ilk işim yarım litre su içmek oluyor.
Eşim polis, yani malesef çalışmak zorunda. o nedenle ona kahvaltı hazırlayıp işe gönderiyorum. Kızım İstanbul'da okuyordu, doğal olarak geldi. şimdi yanımızda çok şükür. O da erkenci. babayı gönderdikten bir saat sonra o da uyanıyor. ben o süreçte kahvaltıyı hazırlıyorum. birlikte kahvaltı ediyoruz. kendimize bir plan yaptık. okuyacağımız kitapları belirledik. Yapacağımız el işlerini planladık. o plana göre bazı günler kitap okuyarak, bazı günler örgü yaparak başlıyor. Her gün film yada dizi seyretmiyoruz. Haftada bir ya da iki en fazla. Mesela bugün Dan Brown, Cehennem kitabından çevrilen filmi seyrettik. Ama son beş gündür hiç film seyretmemiştik. Bizim binanın spor salonu var. Pek kimse uğramaz. Bu ara kimse uğramıyor doğal olarak. Önlem alarak, salona iniyor, bir saat yürüyoruz. İnstagram ve whatshap gruplarındaki dostlarla ortak bir şeyler yapalım dedik. o yüzden lost in time şal başladım.


Pazartesi günü Dedri Uys'ın tasarımı olan bir battaniyeyi örmeye başlayacağım.

Kitap okumak, ya da örgü örmek; sürekli aynı şeyi yapsan bile, farklı şeyleri yapıyormuşsun gibi hissetmene neden oluyor. Her kitap başka bir dünya, her model başka bir renk başka bir uğraş. Öyle olunca insan sıkılmıyor. Ama okulu, öğrencilerimi hatta nöbet tutmayı bile özledim. Ayrıca kapalı kalmanın psikolojisi çok zorluymuş. kişiliğimizin farklı yönlerini keşfetmeme neden oluyor bugünler. Mesela sandığım kadar dayanıklı bir psikolojim yokmuş. Olabildiğince sakin kalmaya çalışıyorum ama kısıtlanmak ve kendini güvende hissetmemek, beni çok zorluyor.
Eskiden eşim eve gelince, bende kızımda onu sarılıp öperdik. Bu bizim 23 yıllık değişmeyen aile geleneğimiz. Şimdi sadece uzaktan uzağa bir "hoşgeldin" diyoruz. adam doğru banyoya gidiyor. Kocaman adamın yüzüne çocuk gibi bir mahsunluk çöküyor. cidden çok ibretlik haldeyiz.

O kadar çok "değişen dünya" dedik ki; dünyada baştan sona değişti. Bir ay önce kansere çare bulmaya çalışan insan evlatları, şimdi gripten ölüyor. Yapay zekadan, uçan arabalardan konuşurken, şimdi elimizi nasıl yıkayacağımızı anlatır olduk.


Bugünler aynı zamanda tefekkür günleri. Bir çeşit eğitimdeyiz. Yüce Allah, bize; dur, evine çekil ve düşün ihtarı çekti. Yani hala bizden umudu kesmiş değil. Gün içinde ne yaparsam yapayım, neyle uğraşırsam uğraşayım, aklımın bir kenarı sürekli, "neyi yanlış yapıyordum, nasıl düzeltirim kendimi" sorusuyla meşgul. cevaplarım da var tabi. :)
Nasıl insan bedeninin detoxa ihtiyacı varsa, ruhunun da var. Bu virüs, bizim ellerimizi tabiatın yakasından çekerek, tabiata bir detox oluyor zaten. Şimdi dünyanın akıllı canlıları olarak, yaşadığımızdan ders çıkarıp, ruhumuza bir detox yapma zamanı.
İslam'da itikâf diye bir kavram var. Peygamberimizin sünneti. Mübarek ramazan ayının son on günüde, camiye kapanır, temel ihtiyaçlarını yanına alır, camiden hiç çıkmadan ibadet ve tefekkür ile vakit geçirirmiş. Eskiden dervişler, kendilerini çok dünyaya dalmış görürlerse, çilehaneye kapanırlarmış. Günümüzün deyimiyle sosyal izolasyon.
Çok dünyaya batmıştık. şimdi arınma zamanı. Müslüman umutsuz olmaz. Belki herkes değil, ama büyük bir çoğunluk bu süreçten ruhen güçlenmiş olarak çıkacak. Şimdi hala sokaklarda anlamsız anlamsız gezen yaşlı ,genç insanlara kafayı takmayalım. Dünyada herkesin bir misyonu var. Biz doğru olanı yapıp. bu süreci kendimizi zihnen ve kalben beslemek için kullanalım. İyi olacak inşallah.
selametle..

27 Mar 2020

Yeğene Battaniye ( açıklaması)

selamlar
Karantina günleri nasıl gidiyor adostlar? Ben açıkçası, hobileri olan biri olmama rağmen, fena halde bunaldım. Kendimi sürekli telkin ediyorum. Yoksa halimiz duman :)) 
Kendimi sakin tutabilmek adına, alıştığım saatte kalkıp, sevdiğim şeyleri yapmaya çalışıyorum. İlk hafta geç yatıp geç kalkma modunu denedim. Olmadı, kendimi daha kötü hissettim. O yüzden yine erken kalkıp, gece 11.30, 12 civarı uyuyorum. en azından biyolojik saatimi bozmamak adına. Sevgili Deep'in sayfasında bir mim gördüm. onu yazacağım yakında. O yüzden şimdilik burada kalsın. :)


Bu sürecin iyi yanı hobilerime daha fazla zaman ayırmak oldu. Dünyaya gelmek için gün sayan bebeklerden biri de yeğenim. Üçüncü kez teyze olacağım. Küçük beyimize sıcacık bir battaniye ördüm. Göründüğü kadar zor olmayan bir örgü. Hem bana arşiv olması hemde yapmak isteyenlere fikir olması açısından kısa bir açıklama hazırladım. Ördüğüm battaniyeden sevdiğim, sevmediğim yönleride belirttim. hadi bana kolay gelsin :)


Battaniye iki farklı renkle örülüyor ama ip geçişi yapmıyoruz. İpleri sırasıyla teker teker  örüyoruz. Yani gri iple örerken sarı ipi de beraber götürmüyoruz. Bu açıdan kolay. 5 numara şişle ördüm. Himalay'nın bir ipiydi. Şu an net hatırlamıyorum. Ama biraz kalın oldu sanki. O yüzden Alize happybaby ve ya Nako elitbaby gibi bir iple 4,5 numara şişlede örülebilir. Hatta daha iyi olur. Ayrıca kenarı pirinç örgü. ortası haroşa. Ama kenarı da haroşa olmalıymış. Gerçi kullandıkça açılır, kenardaki volan düzelir ama bugünkü aklım olsa haroşa örerdim. Bu notlardan sonra, açıklamaya geçelim.


MODELİN AÇIKLAMASI 
 İp ve şiş bilgilerini yukarıda verdim. 183 ilmek atarak başlıyoruz. Bu battaniyede 5cm tekli pirinç örgü var. Ben bir daha örersem 5cm haroşa öreceğim. Kenar bitince modelli kısıma geliyoruz. Her iki kenardan ana renkle bordür gideceğiz. O nedenle örgünün diğer tarafınada ana renkten bir yumak olması lazım. Yani 3 yumak beraber gidecek. Kenar bordürü için her iki başta 10 ilmek ayırdık. İster pirinç ister haroşa. siz karar verirsiniz. Tek ayrıntı. bu 10 ilmekten modelli kısmın dibindeki ilmek önden ters örülür, arakadan örmeden alınırsa bu volan oluşmaz zannediyorum. Benim aldığım açıklamada bu ayrıntı belirtilmemişti. Bitince böyle bir sonuçla karşılaştım maalesef. Zamanla formuna kavuşacak umudundayım.
Ben horaşayı sürekli ters örerek yapıyorum. O nedenle ters sırada renk değişikliği yaptım. Sürekli düz örüyorsanız düz sırada renk değişikliği yaparsınız. Bu nedenle düz ters diye bir ayrıntı belirtmedim. Birde renklerden bir diş horaşa örüp sonra diğer renge geçiyoruz. Malum bir diş horaşa iki sıra. yani her renkten 2 sıra örüp sonra diğerine geçeceğiz. Sıra sayısı diye belirttiğim, bir diş haroşa sırasıdır. Her sıranın yanına hangi renkle örüldüğünü yazdım. Bu sırayla örünce baklava dilimleri oluşuyor. Tırnak içindekiler tekrar edilen kısım.

1.sıra (sarı): 1 ör 1 boş al "9 ör, 1 boş al" sıra sonu 1 ör olacak
2. sıra: (gri): 3 ör,"1 boş al, 1 ör, 1 boş al, 1 ör, 1 boş al, 1 ör, 1 boş al, 3 ör" sıra sonu 3 ör olacak.
3. sıra: (sarı): 2 ör, 1 boş, "7 ör, 1 boş al, 1 ör, 1 boş al" sıra sonu 1 boş al, 2 ör.
4. sıra (gri): 4 ör, "1 boş al, 1 ör, 1 boş al, 1 ör, 1 boş al, 5 ör" sıra sonu 4 ör.
5. sıra ( sarı): 1 ör, 1 boş al, 1 ör, 1 boş al, "5 ör, 1 boş al, 1 ör, 1 boş al, 1 ör, 1 boş al" sıra sonu 5 ör, 1 boş al, 1 ör, 1 boş al, 1 ör.
6. sıra ( gri): 5 ör, "1 boş al, 1 ör, 1 boş al, 7 ör" sıra sonu 1 boş al, 1 ör, 1 boş al, 5 ör.
7. sıra ( sarı) 2 ör, 1 boş al, 1 ör, 1 boş al "3 ör, 1 boş al, 1 ör, 1 boş al, 1 ör, 1 boş al, 1 ör, 1 boş al" sıra sonu 3 ör, 1 boş al, 1 ör, 1 boş al, 1 ör, 2 ör.
8. sıra ( gri) 6 ör, " 1 boş al, 9 ör" sıra sonu 1 boş al, 6 ör.
9. sıra ( sarı): 2 ör, 1 boş al, 1 ör, 1 boş al, " 3 ör, 1 boş al, 1 ör, 1 boş al, 1 ör, 1 boş al, 1 ör, 1 boş al" sıra sonları her zaman sıra başındaki işlerim tersinden yapılacak o nedenle artık yazmayacağım.
10. sıra ( gri): 5 ör, 1 boş al, 1 ör, 1 boş al, "7 ör, 1 boş al, 1 ör, 1 boş al"
11. sıra ( sarı): 1 ör, 1 boş al, 1 ör, 1 boş al, "5 ör, 1 boş al, 1 ör, 1 boş al, 1 ör, 1 boş al"
12. sıra ( gri): 4 ör, "1 boş al, 1 ör, 1 boş al, 1 ör, 1 boş al, 5 ör"
13. sıra ( sarı): 2 ör, 1 boş al," 7 ör, 1 boş al, 1 ör, 1 boş al"
14 sıra ( gri): 3 ör, " 1 boş al, 1 ör, 1 boş al, 1 ör, 1 boş al, 1 ör, 1 boş al, 3 ör"

Bu sıra bir tam gri baklava dilimi oluşturuyor. Bu sıralar 11 defa tekrar edilir. sonra bitirmek için yeniden ana renkle bordür yapılır ve ilmekler kapatılır.

umarım yeterince açıklayıcı olabilmişimdir. selametle....

21 Mar 2020

virüs etkisi :)


selamlar
Hayatlarımıza verdiğimiz mecburi aradayız. İnstagram bana iki yıl önce paylaştığım bir fotoğrafı hatırlattı. okulda kermes yapmışız. öğrencilerimle kermes standında bir fotoğraf. içim burkuldu. Normal şartlarda tam sınav haftasıydı. geçen hafta 3 sınıfı sınav yapacaktım. hatta soruları bile hazırdı. Bu hafta başında 5 sınıfı sınav yapacaktım. yani her şey normal olsa, şu an bir yandan sınav hazırlayıp, bir yandan yazılı okurdum ve kesin çok bunalmış olurdum. Hatta belki "tatilde bir gelmedi yani" diye sızlanıyor olabilirdim.
 İnsan yaşarken rutinin ne kadar kıymetli olduğunu anlamıyor. Bir daha kendime sözüm olsun, okul işlerinden bunalıp, tatil geleydi demeyeceğim. İşe giderken, kendimizi belli saatlere ve düzene bağlı hissettiğimizden, özgür olmadığımızı zannederdik. İşe gidebilmek özgürlükmüş. Bu virüs bize hayatın kıymetini öğretecek sanırım.


Yüzük Kardeşliğini virüs etkisinden önceki son hafta bitirmiştim. Filmlerini seri olarak hemde birkaç kere seyrettim. Kitaplarını okumamıştım. Demek kısmet bu zamanaymış. Yazarın hayal gücü, dili kullanma becerisi ve kalemi insanı etkiliyor. Her ne kadar kendisi bu sadece bir kurgu, sembolik bir anlatım değil dese de, çok şeyi sembolik anlattığı bir gerçek. Filmlerinde de o hisse kapılmıştım, kitapta bana aynı şekilde düşündürdü. şimdi İki Kule'yi okuyorum. Belki seri bitince bir kaç alıntıyla yüzüklerin efendisi postu hazırlarım.
Salapurya Mahallesi, sevgili Nilgün'ün hediyesi. Grupla beraber okuduk. Salapurya; ticaret eşyası ya da yük taşımak için kullanılan, üçgen biçiminde yelkeni olan 10-15 tonluk bir deniz aracı demekmiş. Kitabı okuyunca merak ettim bakmıştım. Zaten kitapta, ikinci dünya savaşından sonra İngiltere'de bir nehir üzerinde teknelerinde yaşayan insanların hikayesi üzerine. Bu insanlar, savaş sonrası toplumlarda sıklıkla görülen, ekonomik ve sosyal krizlerin yarattığı ortamdan kaynaklanan sorunlarla baş etmek zorunda. Ayrıca kendi kişisel tercihlerinden dolayı yaşadıkları çalkantılı ruh halleri de ilişkilerini  belirliyor. Tekne isimleri ile kişilerin isimleri uzun süre birbirine karışıyor. Ayrıca yazarın çok ketüm bir dili var. Karakterleri ve hissettiklerini hatta yaşadıklarını anlamak, toprağı kazıp maden çıkarmak gibi. yani aleni bir anlatımı yok. Belli ki yazarın, kendi kafasıda karışık o süreçte. Ama son tahlilde sevdim.

Ev halkı beraberse, kek pişirmek bir gelenek bizde. Havuçlu tarçınlı keke bu ara elma doğramaya başladık. çok güzel oldu. Bildiğiniz keke, havuç rendeleyip ceviz ve tarçın ekleriz malum. Ben bir elmayı soyup, bıçakla ince ince doğruyorum. çok küçük değil ama ince. Kalın olursa kekin içinde güzel olmuyor. ( ilk denediğimde biraz kalın doğramıştım, olmamıştı) sonrası bildiğiniz kek. Kahvenin yanında ailecek favorimiz.


Evlere çekilmenin güzel yanı, yapmayı düşündüğüm örgülere ve okumak istediğim kitaplara daha fazla zaman ayırabilmek. Rehber öğretmenimiz, sevgili Merve, bebek bekliyor. minik Ahmet Baha için battaniye örmeyi düşünmüştüm. Aslında aklımda çok farklı birkaç model vardı. Ama bu ipi görünce yumuşacık,minnoş hali beni cezbetti. Model basit, köşeden köşeye battaniye denilen modelden. Hızlıda ilerliyor. Tavsiye edilir. Kitaplar, bu süreçte bitirmeyi hayal ettiklerim. Yani sıradakiler. :)


Bir battaniye biter, öteki başlar modundayım. Çünkü sadece arkadaşım değil, kardeşimde bebek bekliyor. Yani üçüncü defa teyze olacağım. Çok sevdim modeli. Göründüğü kadar zor olmayan,hatta çok basit bir model diyebilirim. Aynı sırada renk geçişi hiç yok. Yani bir diş sarı, bir diş gri haroşa örüyorsun. Bu süreçte ilmekleri örerek ya da boş alarak bu modeli oluşturuyoruz. Battaniye bitince sistemini yazacağım. Hem bana arşiv olsun, hem yapmak isteyenler için fikir.


Aralık mı ocak mı hangi aydı hatırlamıyorum, leblebi tozlu kurabiye tarifi vermiştim ama resmini paylaşmamıştım. Aşağıdaki görsel, o kurabiyeye ait efendim. tarifi blogda var. deneyin derim.


Virüs etkisi, zaten pamuk ipliğindeki diyet macerasını ciddi ciddi zorluyor. :))
Neyse ki dünden beri oruç tutmaya başladık. Malum bu akşam mübarek Miraç Kandili. Hepimizin kandili mübarek olsun. Rabbimden niyazım, ülkemizi maddi manevi zorlayan bu salgından tez zamanda kurtulur, felaha ereriz inşallah.


Bu delikanlı, yüreğimize düşen son ateşlerden biri. Sivas'ın kahraman evladı Ramazan Nayir. güzel çocuk, şehadeti bu salgın dönemine denk geldiği için, hak ettiği şekilde uğurlanamadı bile. O tenha cenaze töreni, içimi dağladı. Hakkını helal et evlat. dua etmeyi unutmayalım arkadaşlar.
selametle.

18 Mar 2020

Ağaç Ev Sohbetleri 30



Selamlar
Malum günden korona virüs. Ağaç ev sohbetleri de gündemi takip etti.
Gerek medya, gerek sosyal medyanın ilk ve neredeyse tek konusu bu ara virüs hazretleri. Gelip hayatlarımızın tam ortasına yerleşti. Bu süreçte yetkili kişilerin yaptığı açıklamaları takip etmek, üzerimize düşeni yapmak insan olmanın gereğidir.

Karantina yurtlarından kaçma girişiminde bulunanları duyunca inanamadım. Bu ara malum virüs odaklı espiriler gırla gidiyor. O şakalardan biri sandım. Ama gerek toplumun, gerek hukuk sisteminin oy verebilirsin, aile kurabilirsin, yani “ehliyet sahibisin efendi” dediği bir grup insan, karantinada tutulduğu yerden firar ediyor. İnanılır gibi değil. Bence bu insanları süreç bittiğinde normal yaşantısına geri döndürmemek lazım. Kanaatimce akli melekeleri cidden hasarlı bu arkadaşların. İnsan içinde normal normal dolaşmasınlar. Devlet bununla ilgili tedbir alsın. Annemin böyle garip tipler için bir tanımlaması vardı, “deli desen deli değil, akıllı desen hiç değil” yani arkadaşlar tanımsız annemin deyimiyle. 😊

Başta bu serzenişimi dile getirmem gerekiyordu. Ama hafta başından beri yaşadığımız süreç bana çok farklı şeyler düşündürüyor. İç sesinizi duyar gibiyim. “geliyor yeni bir komplo teorisi” diyorsunuz değil mi? 😊  
Yok yok sakin olun bende bir komplo teorisi yok. Allah inancım bana diyor ki “vicdansızın biri bile neden olsa bu salgına Rabbim bize bir şey anlatmaya çalışıyor.” Benim derdim onu anlamaya çalışmak. Zaten işin uzamanı pek çok kişi bunun biyolojik silah olma özelliği göstermediğini düşünüyor. Çünkü biyolojik silahların öldürücü etkisi yüksek bulaşma riski düşük olurmuş. Hem hedef kitleye zarar verebilsin hem çok yayılmasın biyolojik silahların amacı budur. Bu şekilde üretilir, diyor uzmanlar. Bence mantıklı. Ama dediğim gibi velev ki öyle bile olsa, Yaradan bizi uyarıyor. “Bir dur, evine dön, önce bedenini temizle, sonra otur tefekkür et. Bu şekilde ruhunu da temizle. Çok kirlendin “ diyor bence.

Ellerinizi iyi yıkayın diyor. hepinizin elinde mazlumun kanı var.  Hem sadece kişisel temizlik yetmiyor. Hani şu sadece “kendine müslüman” olanlar var ya, onlara da diyor ki, kurtulacaksanız hep birlikte hareket etmek zorundasınız. Birlikte hareket etmezseniz kurtuluş yok. Yani Suriyeli, Afganlı, Pakistanlı, Doğu Türkistanlı, ateşlerde yanarken, onların altlarından vatanlarını, üstlerinden evlerinin çatısını çekip alırsanız, sizi evlerinizden çıkamaz hale getiririm. Bir araya gelip güzel şeyler yapmazsanız, aranıza mecburen en az bir metre mesafe koymak zorunda kalırsınız diyor.

Salgın öncesi dünyayı hatırlayalım. Birbirini boğazlamak için “bir Sırp gencinin, Avusturya-Macaristan veliahtını vurmasını” bekliyordu. Kaldı mı o gerilimlerden eser. Herkes canının derdine düştü. Umarım dünya yaşadıklarında ders çıkarabiliyordur. 

Umutsuz olmak bize yakışmaz. İnsandan umudu kesmem ben. Güzel günler mutlaka gelecektir. Kendi adıma o günleri görmeyi umuyorum.


Bu korona gündemi beni de etkisine aldı sanırım. Şehit yavrularımıza verdiğim sözü unuttum geçen yazımda. Çok mahcubum. Cuma kardeşe dua etmeyi ihmal etmeyelim olur mu. 
Sağlıcakla kalın. selametle...

17 Mar 2020

Her Ay Bir Film, Bir Kitap (Truman Show)




Selamlar
Truman Show aslında uzun süredir aklımda olan bir filmdi. Ama seyretmek kısmet olmamıştı. Blog etkinliği vesile oldu ve nihayet seyredebildim.
Film farklı açılardan düşünüp değerlendirilebilir. Belli ki kurgusu üzerinde ciddi bir zaman ve enerji harcanmış. Derdi olan, bir şeyler anlatmaya çalışılan filmlerden.

Benim en çok dikkatimi çeken unsur, böyle bir televizyon programının 30 yıl boyunca hiç düşmeyecek bir merakla seyredileceğini öngörmek, nasıl bir kafadır?  Ya da şu an televizyonda böyle bir program olsa, Truman Show’u seyreden kitle gibi bir karşılık bulabilir mi? Bizim televizyon ya da ekranlarla kurduğumuz ilişkinin adı nedir? Ya da seviyesi nedir? Bir adamın 24 saatini ekranda seyretmek kişiye ne kazandırır?  Daha da ileri gidelim, neden dizi ya da film seyrederiz? Seyrettiklerimiz bizim tercihlerimiz mi?  Yoksa tercihlerimiz yönlendiriliyor mu? Sorular sorular sorular…..

Benim şahsi kanaatim, insanın insanla temasının en aza indirildiği, insanların dijital platformlara bir şekilde mecbur bırakıldığı dönemin eşiğindeyiz. İnsanın diğer insanlarla gerçek bağını koparıp, sanal bağını kuvvetlendirmeyi amaç edinen zamanlardayız. Çünkü dost sohbeti insanda ufuk açar. Sorgulamayı tetikler. Sorgulayan insan ufku açılan insan yönetilip yönlendirilemez. Ama sanal ortamlarda, hele de sadece tek kaynaktan besleniyorsa, farklı dünyalara kapalıysa çok kolay kanalize eder ve istediğiniz kıvama getirebilirsiniz insanları. Bu da şu an için planlanandır bence.

Gerçek sosyal yaşam zordur. Mesela eve gelen misafir, yaramaz çocuklarını da getirecektir. Bir insanın yaşamasından çok, bir sanat galerisi olarak tasarlanan salonlarımız ve bizim ruh sağlığımız, bu yaramaz misafir çocuğuna karşı ne kadar dayanıklıdır? 😊
 Ya da herhangi bir konuda senin gibi düşünmeyen biriyle medeni şartlarda tartışabilmek, hakaretsiz, sadece fikirlerin konuşulduğu bir ortamı sağlamak ne kadar mümkün olmaktadır? Vs vs vs

Ama sanal ortam öyle mi.  Çocuğun yaramazlık yaptığı ev senin evin olmayınca, “annesi çocuktur olur öyle şeyler” deyip, sevimli teyze olmak pekâlâ mümkündür.
Sanal ortamlar, insana gerçek sorunla yüzleşmeden sevimli, iyi niyetli, kibar, demokratik insan olma şansı sunmaktadır. O nedenle gerçek sosyallikten uzaklaşıp, sanal sosyalliğe doğru meyletme hali popülerdir.

Bu da bizi ekranlara bağımlı hale getirmektedir. Bugün kaçımız seyredecek bir şey yoksa evde televizyonu kapalı tutmaktadır. Bence bu çağın cesurları, ekranları kapatabilenleridir. Bizler ekranları kapatabilsek, yapımcılar minik Truman’ların peşine düşmezler.

Gelelim show’un öznesi Truman’a. Bizim mr. Truman, Fatalist ahlak “yani kadercilik” anlayışını yerle bir eder. Sorgulama öncesinde şeker ponçik hayatına devam ederken, sorgulamaya başlayan Truman için artık hiçbir şey eskisi gibi olmayacaktır. Ve tüm kurgular, tüm planlar insanın “nasıl” diye sormaya başlamasıyla çöpe dönecektir.
İnsan yaradan tarafından iradeyle yaratılmıştır. Onun bir senaryonun sonsuza kadar parçası olması beklenemez. Tembellik ve umutsuzluk yüzünden atalete düşen insan, bir defa yalnızca tek defa soru sormaya başlarsa, içindeki gücü fark eder. Dönüşüm başlar, mahkumiyet sona erer. Yani sorunun kaynağı insanın tembelliği ise, çözümde sorgulayan akılda yani insanın kendisindedir.

Ne ararsan kendinde ara. Aradığın bir tek sensin. Sen yalnız duyuş ve düşünüşten ibaretsin. Geriye kalanların et ve kemiktir.”
diyor, Mevlana.
İnsan sormaya başladığında çarkın dişlisi olmayıp, evrende hak ve söz sahibi onurlu bir varlık haline gelir. Bu ise yaratılış amacına uygun olandır öze dönüştür.





Aslında mart ayı kitabını da okudum. Ama şimdi bir arkadaşta. En yakın zamanda onu da yorumlamayı umuyorum.

Malum dünya bir pandemi kriziyle baş etmeye çalışıyor. Bu süreçte evimizde kalıp, dikkatli olalım inşallah. Rabbim hepimizi korusun.
Selametle…

9 Mar 2020

hafta sonu keyfisi :)


selamlar
Antik çağ filozoflarından Protagoras "İnsan her şeyin ölçüsüdür" diyor. Bu dünyada insanın belirlemediği neredeyse hiçbir şey yok. Sosyal medyada öyle. Kişinin kullanımı ve tercihleri ile, son derece faydalı ve ufuk açan bir hale dönüşebilir yada tam aksine.
Sevgili instagramın bana kattığı iki güzel insanla çok güzel bir pazar geçirdik. Sevgili Azize bizi evine davet etti Sevgi'nin aklına günün anısına küçük bir örgü yapmak geldi. El birliği ile miniş birer kaktüs ördük.


Minik kaktüs aşkı tüm dünyayı sarmışken bizde örgümüzle dahil olduk bu furyaya :))


Azize'cim cidden çok güzel hazırlanmıştı. Haftasonu diyeti böyle kırdık demek zorundayım. :) 
Kaktüslerin yanı sıra çok sevimli bir çiçek ördü dostlarım bana, el birliği ile. Son şekli verilecek. O nedenle paylaşamadım sizinle. Yoğun bir hafta olacak, cumaya kadar elime almam zor görünüyor. kaktüsleri o kadar bekletemedim. :)) 


Can evlat, Turgut Burkay Korkmaz. Antalyalı. Allah'ım rahmeti ile muamele etsin. Dua etmeyeli unutmayalım adostlar. 
selametle...


6 Mar 2020

beş şiş örme notları


selamlar

Kayseri'de sevdiğim mekanlardan biri olan di.versi'de o kocaman çikolatalı pastayı hüplettikten sonra :)) bir kendine gelme süreci yaşadım. çok şükür. bugün hafif bir kırma operasyonu olsa da genelde diyet anlamında işler yolunda gibi. 1,5 kilo kadar vermişim. hem işin güzeli zannettiğim kadar kilo almamışım. o yüzden mutluyum. :) 5 şişle çorap örme konusunda notlarımı paylaşmaktan bahsemiştim. perşembe günü okul nöbetim bahçedeydi ve hava çok rüzgarlı olunca ciddi anlamda yorulmuştum. okuldan gelince bir süre sızmışım. o yüzden bugüne kaldı.

beş şişle çorap örme notları 

verdiğim sayılar 41 numara erkek ayağı için. parantez içindekiler ise 37-38 numara ayaklar için olacak. 
72 (60) ilmek atılır. ilk sıra örülürken ilmekler 4 şişe dağıtılır. her şişte 18 (15) olacak şekilde. şişler örgüye yuvarlak form verecek şekilde tutulur ve beşinci şiş yardımıyla diğer sıraya geçilir. ben lastiği 2 düz 2 ters yaptım. siz istediğiniz bir lastik örebilirsiniz. lastiğin boyutunu yine sizin tercihleriniz belirler. lastik bittikten sonra sürekli düz örerek, çorabın konç dediğimiz boğaz kısmı örülür. buranın ne kadar olacağı da yine sizin tecihlerinize göre şekillenir. 
sıra geldi topuk yapımına; 
malum ilmekler 4 şişin üstünde biz beşinci şişle örüyoruz. bu ilmekleri taşıyan 4 şişten ikisi çorabın taban kısmını örerken diğer ikisi üst kısmını örecek. tabanda kalacak iki şişteki ilmekleri örerek topuk kısmını oluşturacağız. daha önce iki şiş çorapta anlattığım topuğun aynısı yapılacak ama bu defa yarısı bir kenarda yarısı bir kenarda değil. bir bütün olarak çıkacağız topuğu. 
arkadaki 36 (30) ilmeği iki şişteki ilmekleri iki şişin kenarlarından birer ilmek bırakarak üçgen hale getireceğiz. bu işlemi ortada 12 (10) ilmek kalana kadar yapacağız. "verdiğim sayılar, iki şişteki toplam sayı üzerinden değerlendirilsin" 





farklı zamanlarda farklı çoraplardan çektiğim görüntüleri paylaştım. umarım yardımcı olur. 2 şişte toplam 12 (10) ilmek kalınca bu defa simetrisini oluşturmak için, yaptığımız her şeyi tersinden yeniden yapacağız ve topuk tamamlanmış olacak.


topuk bu şekilde tamamlanmış oldu. şimdi sıra çorabın ayak kısmına geldi. baştaki ilmek sayımızda herhangi bir değişiklik olmayacak. ona dikkat etmeliyiz. elinizde ölçü alabileceğiniz bir örgü çorap varsa işiniz kolaylaşır. eğer yoksa çorabı ayağınıza giymelisiniz küçük parmağınızın başlangıç kısmına geldiyseniz, artık çorabın burun kısmına geçebiliriz. 


her şey çorabı daha iyi anlatmak adına. rica edeceğim gülmeyin :))))) 

bu noktadan sonra çorabın burun kısmı oluşacak. topuk çıktıktan sonra zaten çorabın tabanı ve üstü kendiliğinden belli oluyor. iki kenarından eşit bir şekilde ilmekleri keserek çorabın burnu oluşturulur. örnek olsun diye bir tur kesim sırası sayısını yazacağım.çorabın kenarındayız. bir ilmek ör. iki ilmeği beraber örerek bir kesme yap. 15 ( 12) ilmek ör. diğer şişe geç. 15 (12) ilmek ör. 2 ilmeği beraber örerek kes. bir ilmek ör. diğer şişe geç bir ilmek ör. iki ilmek beraber örerek kes. 15 (12) ilmek ör. diğer şişe geç 15 (12) ilmek ör 2 ilmek beraber örerek kes, bir ilmek ör. bu şekilde bir sıra tamamlandı. diğer sırada kesme yapmıyoruz. bu şekilde bir sıra verdiğim mantıkla birer azaltarak kesme sırası yapıyoruz. bir normal kesmeden örüyoruz. şişlerimizde 6 (5) ilmek kalana kadar. 



çorabın ucundaki ilmekler iğne yardımı ile dikilir. 

çorap ipleri konusunda bir kaç kelam edeyim. ben normalde bonbon lüks, ören bayan dora gibi ipler kullanıyordum. ama en son alize süperwash ve nako boho iplerini denedim. bunlar bir tık pahalı ama harika ipler. bulabilirseniz tercih edin derim. 



Halil İbrahim Akkaya, Ğaziantep'in kahraman evladı. ruhu şâd olsun. birer Fatiha okuyalım inşallah. 

selametle.

4 Mar 2020

Ağaç Ev Sohbetleri 27



1) Kimsin sen? Kendini ne kadar tanıyorsun? 

2) Sahi, nasıl tanırız kendimizi? Nasıl buluruz hayattan ne istediğimizi? 

3) Ne kadar gerçekten "ben" olabiliriz acaba? 

Selamlar!

Bu hafta ağaç ev sohbetleri, gelip bir köşe taşında durmuş. Din ve felsefenin binlerce yıldır sorduğu en kadim soruda. İnsanın kendini araması ve mümkünse bulması yolculuğu, sanatın her türlüsünü de ilham olmuş. Felsefe belki “arkhe arayışı” yani “varlığın ana maddesi nedir?” sorusu ile başlamıştır. Ama çok kısa süre sonra insanı kendine konu olarak seçmiştir. “Kendini bil” diyen Sokrates, öğrencileri ile beraber kendini bulma yolculuğu yapmış. Sonu yetmiş küsür yaşından sonra bir bardak baldıran zehri olsa bile “savunmayı” okuduğunuz zaman görüyorsunuz ki o bu yolculuktan çok memnun kalmış.

Çağdaş filozoflardan Edmund Husserll’i “insan için en bilinmeyen fenomen kendisidir” diyor. Ayrıca “insanın en önemli felsefi yolcuğu, kendini bulma yolculuğudur” diyor.

Sartre “insan önce varolur. Özü sonradan ortaya çıkar” diyor. Hatta “bu özün ortaya çıkmasında ona etki eden hiçbir güç yoktur. Kişi kendi yapıp etmeleri ile kendi özünü oluşturur. Kendini inşa eder” demektedir.

Konuyla ilgili, felsefe tarihinde beni etkileyen ve hemen ilk anda aklıma gelen filozoflar ve fikirleri bunlar.

"Kimsin sen" sorusuna cevap vermek için ömrü tamamlamak lazım. O yüzden “rahmetliyi nasıl bilirdiniz? sorusu, “kimsin sen” sorusunun cevabı bence. Çünkü insanın “tamam ben oldum demesi” yaşarken imkansız. Üniversiteyken Ziynet Hocamız vardı.  Cemil Meriç’in görüşlerini inceleyeceği bir bitirme tezi hazırlamaya karar vermiş danışman hocasıyla. Rahmetli o zamanlar hala sağ. Hocaya mektup yazıp, durumu izah etmiş. Desteklerini beklediğini yazmış. Hocadan gelen cevap müthiş. “Kızım ben hala yaşıyorum, yarın kalkıp tüm söylediklerimin aksini iddia edebilirim. O zaman senin çalışman boşa düşer. Sen vefat etmiş bir hocamızı seçersen daha kalıcı bir eser bırakmış olursun. Çünkü rahmetlilerin bu dünyada kelamları bitmiştir.”

Günümüz insanın kendini tanımak dedikleri şey çoğu defa egolarını keşfetmek oluyor. Kendi nefislerinden gelen istek ve arzuları ne kadar yerine getirebiliyorlarsa o kadar “kendileri” olduklarını zannedip, birde üstüne “maske takmıyoruz, olduğumuz gibiyiz” diye mutlu oluyorlar.  Epiküros, “kişinin midesini değil, aklını ve gönlünü besleyen hazzın, gerçek haz olduğunu” söyler. Yani sevdikleri için, kendi zevklerinden vazgeçebilen insan, ezik değildir. kimliksiz değildir. Bilinçli bir tercih olarak, sevdikleri mutlu olsun diye özel zevkinden taviz veriyordur. Bu hal onu sadece yüce gönüllü yapar.

Kendi gibi olamayanlar, riyâkârlardır. Göz boyamaktan, olduğundan farklı görünmekten mutlak bir çıkarı vardır ve bu beklenti kişiyi ikiyüzlü yapar. Allah esirgesin.

Yunus Emre’nin;
İlim ilim bilmektir.
İlim kendin bilmektir.
Sen kendini bilmezsin,
Bu nice okumaktır.
Derken belirttiği “kendini bilme” hali aslında “haddini bilme” halidir. Altı üstü bir fani olduğunu unutmamaktır. Allah'ın yanındaki üstün makamından sonra, “lanetlenmiş ve kovulmuş şeytan” olan İblis, bu rezil hale benlik davasından, haddini bilmediğinden düşmüştür.
Sokrates’in “kendini bil” ifadesiyle Yunus’un “kendini bilmek” ifadesi bu anlamada özdeştir.

Rabbim hepimize haddi aşmadan tamam edeceğimiz ömür nasip etsin.


Bu güzel evlat, bizim buradan Kayseri’den Ali Taşöz. Rabbim şehadetini kabul etsin. Makamı âli olsun. Fatiha’mızı esirgemeyelim dostlar.

Selametle.. 



2 Mar 2020

Her ay bir film, bir kitap etkinliği (Parasite)


Selamlar
Son iki yıldır ekran diyeti yapıyordum. Öyle olunca film yada dizi sektörüyle kopmuştum. Sevgili Gonca’nın başlattığı her ay bir kitap bir film etkinliği benim için iyi oldu. Bu etkinlik olmasa Parasite filmini neredeyse duymayabilirdim. Gerçi bir ara izlenecek site yok diye film değişti, gerçi ben o filmi de seyrettim :) ama Kayseri’de bir sinema salonu Parasite'yi getirince, atlamayalım dedik.
Aslında bir haftayı geçti seyredeli. Ama hayat şartları, sonra da malum milletçe duygu durumumuz yazmamı geciktirdi. Ama filmin işlenişi ve konusu o kadar enteresan ki, üzerine birkaç kelam etmeden geçmek istemedim.
Birkaç tane Kore dizisi seyrettim ama ciddi bir fanları sayılmam. Makul süreleri ve konuyu hikâye edişlerini beğenirim. Bu filmde malum bir Kore filmi. Fakat benim seyrettiğim dizilerdeki gibi minnoş hikayelerden değil. :)
Film iki ailenin etrafında dönüyor. Park ailesi, hikayemizin zengin ailesi. Kim ailesi ise, hikayemizdeki fakir aile. Sanırım yönetmen bizim Kim ailesinin yanında yer almamızı planlamış. Genel görüntü de o yönde. Ama o ailenin ahlak kriterleri benim için korkunçtu. “Amaca giden yolda her şey mübahtır” anlayışı, beni her daim ürkütür. Ailenin oğlu ve kızı iş bulabilmek için, malum sahte evrakları düzenlediler, bir şekilde işe girdiler. Buraya kadar anlayış gösterilirim. Benim kişisel değerlerime buda ters ama şartları düşününce kabul edilebilir bulalım. Ama evim şoförü ve hizmetçisini işten attırıp, baba ve anneyi işe aldırma maceraları bana “yok artık “dedirtti. Hayat şartları ne kadar zor olursa olsun, bir başkasının üstüne basarak yol almak ve bunu bu kadar doğal yapmak çok ürkünç bence.
Filmimizin zengin ailesi, hikâyenin en zavallı grubu. Çoluk çocuk hepsi, vahşi doğada yalnız kalmış gibiydiler :) Hele de evin en küçük oğlunun travması bile, diğer sosyal sınıf nedeniyle ortaya çıktığı düşünülünce, Kore’de varlıklı olmak maddi manevi tehlikede olmak sanırım. :))
İşin açıkçası, seyredeli epey bir zaman olunca ve bu süreçte çok şey olup, zihnim dağılınca, toparlamakta zorlanıyorum. Ama bulursanız mutlaka seyredin derim. İnsana sosyolojik, kültürel ve ahlaki açıdan analiz imkânı veriyor. Mesela ben nete düştüğünde mutlaka bir kere daha seyredeceğim.


Beş şiş çorap açıklamasında son düzlükteyim. Fotoğrafları çektim. Resimleri düzenleyip, yazıyı hazırlayacağım. Yarın değilse çarşamba günü yayınlamış olurum. 



 Bu ara kendimce bir karar aldım. Her paylaşımımda ulaşabildiğim kadarıyla şehitlerimizden birinin fotoğrafını paylaşacağım. Ben onun aziz ruhu için bir Fatiha okuyacağım. Paylaşımımı gören herkesten de rica ediyorum, lütfen sizde okuyun. Bu babayiğit Bursa'lı Tolga Can Yılmaz. Rabbim gani gani rahmet eylesin. Yattığı yer nur olsun.

Evet maalesef hayat devam ediyor ama bu ara biraz böyle devam ederse kendimi daha iyi hissedeceğim. 
Allah'tan, bizim huzurumuz için gece gündüz terini döken, kanını döken yiğitlerimize,hayırlı zaferler diliyorum. Yolları açık olsun.
Selametle…