Selamlar
Her seferinde fırsat buldukça fotoğrafları yükleyip daha sonra ilk müsait zamanımda yazıyorum bloğuma. Bu defa da öyle oldu. Fotoğraflara bakınca, keyifli zamanları paylaşmışım gibi bir intiba çıkmış ortaya. Bol bol örmüşüm. Okumuşum. Kitap fuarı gezip, sevdiğim yazarlardan birini bile dinlemişim. Daha ne olsun, diyor insan. Fakat mevzu bu defa gerçekten çok farklı.
Kurban Bayramından sonra hemen dönmeyip, memlekette vakit geçirmiştik. Sonrasında kardeşimin yüksek lisans tezinin yabancı dil ayağında yardım etmesi için kızım anneannesinde kaldı. Biz de eşimle eve döndük, Ağustosun son on günü için planlanmış bir tatil programımız vardı. Ondan önce evi derleyip, toparlayalım diye düşünüyorduk.
Herkesler olduğu yerde mutlu mesut devam ederken, bir salı sabahı kardeşim aradı. Annem kollarını kaldıramıyor çok ağrısı var, dedi. Bir gün öncesinde hamur işiyle uğraşmış. Kol kaslarını yorduğunu düşündük hepimiz. Annem, kollarını hareket ettiremiyor, üzerini bile değiştirmek mümkün olmuyormuş. Kızlar yardım etmek için her dokunduğunda annem de feryat figana başlıyormuş.
Apar topar acile gidiyorlar. Acilde rutin olan kan ve idrar tahlili, EKG gibi işlemler yapılıyor. Kardeşim, bir öncesinde kollarını yormuş olabileceğini söyleyince, Fizik Tedavi Uzmanına yönlendiriyorlar. Uzman, röntgen istiyor. Sonuç, " teyze kollarını çok zorlamış. Bu kremi sürün, bu ilacı verin" deyip, annemi eve gönderiyorlar.
Eve geldiklerinde, doktorun verdiği kremi sürmek için kolunu açtıklarında sol kolun dirsekten üstünde el kadar bir morluk olduğunu görüyorlar. Annem, kan sulandırıcı ilaç kullanıyor. İlacın dozu ayarlanması gerektiğinde ara ara böyle morluklar oluyor vücudunda. Bu nedenle çok önemsemiyor kızlar. Annem ağrı var dedikçe krem sürüp kolu ovuyorlar. Hatta bir ara kasları rahatlatsın diye sıcak su torbası bile koyuyorlar koluna. Tabi morluklar çoğalmaya başlıyor gece. Sabah yine doktora gidelim diye plan yapıyorlar.
Sabah karşı annem şoka giriyor. Kızlar ambülans çağırıp, apar topar hastaneye kaldırıyorlar. Hastanede, Nöroloji uzmanı bir hanım, ayağından anahtarla bir test yapıp, kendince bir tez geliştiriyor. Ona göre annemin beynine pıhtı atmak üzere.
Alıp yoğun bakıma yatırıyor. Annem çarşamba gününü yoğun bakımda geçiriyor. Annem, yoğun bakımda çok ağrılı, çok kötü bir gece geçirince, doktorla konuşup rica minnet normal servise geçiyor.
Perşembe günü normal serviste kalıyor. Bu sırada sol kol iyice çığırından çıkıyor. Bütün kol, artık siyaha çalan bir mor ve ödem toplanmış durumda. Fakat sevgili doktorumuz hala annemin nörolojik bir sıkıntısı olduğunu düşünüyor, kalp damarcı ya da ortopedi uzmanından yardım almak aklına bile gelmiyor.
Kızlar vaziyetin iyice kötüye gittiğini görünce beni aradılar. Annemi buradan çıkarıyoruz. Sende gel, dediler.
Ben, kendi aklımdan annemin o şoka girip, bilincinin kapandığı gece kalp krizi geçirdiğini, kolundan bir damar patlayıp, annemi rahatlattığını düşünmeye başladım. Çünkü kuzenim biyolog. Abla, halamın kan değerleri kalp krizi geçirmiş olabileceğini gösteriyor dedi.
Sivas'ta bir tane özel hastane var. Oradaki kalp damarcı iyi diye biliniyor. Biz oraya gitmeye karar vermiştik ama doktorların ikisi de izindeymiş. ( yazın hasta olmamak gerekiyor sanırım)
Vakit kaybetmemek adına fakülteye gidelim kararı aldı kızlar. Ben de Kayseri'den yola çıktım. Öğle üzeri Sivas'a vardık. Annem iyi görünüyordu ama kolları hala ağrıyordu. Bir kaç saat sonra hayatımızın şokunu yaşadık. Annemin iki omuzunda da kırık vardı. Sol omuzunda parçalı kırık, sağ omuzunda çıkık ve kırık. :(
Annem, salı sabah kolum ağrıyor diye uyanıyor ve cuma ikindi vaktine kadar kırık olduğu anlaşılamıyor. Süreçte kaç defa tomoğrafi, kaç defa MR çekiliyor. Onlara yatır kaldır. Yoğun bakımda hasta bakıcıların temizlik sırasında evirip çevirmesi... Annemin kolunda hasar başta ne kadar vardı bilinmez. Fakat süreçte kadının kırık kollarla yaşadığını düşününce hasarın artırıldığını düşünmeden edemiyorum.
Üç dört günde problemin tespit edilmesinin ardından bu defa ameliyatı yapacak doktor bulmak başka bir sıkıntı haline döndü. Omuz ameliyatlarında iyi olduğu söylenen bir hoca açık açık söylemedi ama annemin yaşından dolayı ameliyatı riskli buldu. Teyze zaten kollarını kullanamayacak. Böyle takip edelim dedi. Özel hastane, resmen kazanç kapısı olarak gördü. Özel hastanede çıkık kolu için bir operasyon yaptılar. O da hakkıyla oturmadı yerine. Bu nedenle onlara da güvenemedik. Son çara fakülte hastanesi dedik. Orada bir doçentle tanıştık. Sefa Hoca. Allah razı olsun adamdan, "yaparız teyzem hiç korkma" dedi.
Bu aşamaya gelmemiz de tam bir hafta sürdü. Protezlerin siparişinin verilmesi, onların gelmesi, ameliyat programının yapılması derken annem 3 hafta sonra sol kolundan ameliyat olabildi. Çok şükür operasyon güzel geçti. Annem şu anda tamamen normal değil ama iyileşme sürecinde. Elini gözlüklerine kadar kaldırabiliyor. Bu ayın sonunda da sağ kolundan ameliyat olacak. Duanıza talibim.
Evden apar topar çıkınca, ne okumak için bir kitap ne tek yumak yün ne bir tane tığ, hiçbir şey almadım yanıma tabi. Süreçte bekleme rutinine dönünce bu defa alışkanlıklarını özlüyor insan. Uzun zamandır okumayı istediğim Tarık Tufan kitabı, Geç Kalan; kardeşimin kütüphanesinde de vardı. Hadi onu başlayayım dedim. Bilinç akışı tekniği ile yazılmış, muhteşem kitaplardan biriydi. Bir süredir yalın anlatının büyüsüne kapılmıştım ama bu kitap o şiirsel ifadelerin muhteşemliğine beni yeniden hayran bıraktı.
Kitap işini kardeş kütüphanesinden çözmüştük. Örgü muhabbeti daha kolay oldu. Bir tuhafiyeye gidip, bir kaç yumak ip aldım. İlk görseldeki battaniye çıktı ortaya.
Tuhafiye, insanın özel alanlarından biri sanırım. Her ne kadar Sivas'taki tuhafiyelerde de ne ararsan buluyorsun ama dükkana girdiğinde tanıdık, sıcak karşılama olmayınca, neyin nerede olduğunu bildiğin tanıdık mekan olmayınca ip satın almanın çok keyfi olmadı. Kayseri'yi, Şükran Hanımı aradım bana kağıt ip ve tığ göndermesini istedim. Kargoladı, sağ olsun. Çanta o zamanın ürünü.
Tığlar ise başka bir hikaye. Bilenler bilir, tığ işi yaparken en iyi yardımcı Tulip marka tığdır. Örme işine konfor getirir. Tulip markası bu konuyu cididye alıp, en konforlu şekilde örmek için ergonomik tığları da geliştirdi.Ggri saplardan sonra pembe saplar çıkmıştı. En son kırımızı seri, bir şaheser olarak arz-ı endam ediyor. Aylar önce Gonca kırmızı 3mm tığ alıp göndermişti. Fark muazzam.
Bu süreçte babamdan kalan arazilerden bir kısmı satıldı. Annem hepimize küçük harçlıklar verdi. Ben de hakkımı bu tığ setini almaktan yana kullandım. Kalıcı bir hatıra olsun istedim.
Kemikle ilgili bir sıkıntıda, kemik suyunun iyileşme sürecine katkısı artık bir sır değil. Sık sık, ilikli kemik suları hazırladık. Bilmeyen biri denk gelirse diye yazmak istedim. İlikli kemik alınıp yıkanır ve büyük bir tencereye ağzına kadar su doldurularak haşlamaya bırakılır. su kaynamaya başlayınca ocağın en kısık ateşinden bile daha kısık, mum alevi gibi bir seviyeye getirilip en az 6 saat kaynatılır. Normalde de bu şekilde hazırlanmış kemik suları dolabınızda olur, çorbaya, pilava katarsanız hem lezzeti artar hem sağlıklı bir yemek tüketmiş olursunuz.
Bu sürecin en güzel yanı kitap fuarı oldu. Her sene eylül ayının ilk haftası yapılırdı. Bu sene erkene aldılar. Tarık Tufan'ı dinleyip. sevdiğim kitaplardan edinme şansı yakaladım. :)
İnsan zor zamanlarda tanıyor çevresindeki insanları. Çok şükür çok güzel dostluklar edinmişim. Bu süreçte sevgili Hatice sesli kitap uygulamasını paylaştı benimle. Sevgili Gonca ve Neslihan kitap alıp göndermişti. Durdurmasam her gün biri gönderirdi sanırım :) Başta Hasibe olmak üzere kızlar sık sık arayıp, sordular. Hepsinden Allah razı olsun.
Eylülün gelmesi ile eve dönme vakti geldi. Malum okullar açılıyor. Geldikten sonra iki gün yürüyüş motivasyonum oldu. Sonrasında çok utanıyorum ama devam edemedim. Bu konuda bir standart yakalamam gerekiyor en kısa zamanda.
Hangi çılgın zamanımda bu kadar amaçsız yün aldım bilmem. Onları toparlama telaşına girdim. Kendi kendime sözüm olsun. Bu sene evde atıl durumda kalmış iplere çeki düzen vereceğim. Eşime gri renk hırka örmek için ip almıştım. Şükran fark etmeden inceli kalınlı vermiş ipleri. Bu siyah ipleri özür dilemek için vermişti. Hiç gerek yok dedim ama iki paket siyah ipi poşete basmıştı bile. Öylece kalmıştı. Şimdi yarım kol bir hırka oldu. Bana epey büyük olacak sanırım. Kardeşime götüreceğim.
Gece Yarısı Kütüphanesi isimli kitabı, sesli kitap uygulamasından dinledim. Okuduğum kitaplarla ilgili notları sonra paylaşacağım. Yoksa epey uzayacak yazı.
Yine bir çılgınlık zamanımdan kalma bir paket kalın iplerle atkı bere ördüm. Depremden sonra böyle parçaları örüp, bir kenarda bekletme davranışı gelişti bende. Ha deyince çıkacak tek bir berem ya da atkım yoktu. Çok hayıflanmıştım. İyi zamanlarda paylaşılması dileğiyle ikinci takım da hazır oldu bu şekilde.
Bir paket ne olacağı belli olmayan ip de minnoş sevimli bir battaniye oldu. Evde herkes peşinde. :))
Anne kızın serisini okumaya niyet etmiştim. Ağustos ayında bitirmeyi hayal etmiştim. İşler planlanandan farklı ilerleyince biraz gecikecek. Fakat bitirmeye kararlıyım.
Resimleri çektiğimde, Rüzgarlı Kavaklar bitmiş, Rüya Evi başlamıştı. An itibariyle Rüya Evi de bitmiş durumda.
Küçük Anne, büyüdü ve anne bile oldu. Evlenip, yerleştiği ilk evden ayrılıp, kendine ait bir eve taşınmak üzere. Yani macera devam ediyor. Hafta sonu 40 kilo domatesle mücadele ederken, bir yandan da sesli kitap uygulamasından seriye devam ederim.
Bu arada sevgili okulum bu hafta açılıyor. Tatilde hiç dinlenememiş olunca kendimi çok hazır hissetmiyorum ama başlayınca düzene ayak uydururum nasılsa. Şimdilik selametle...