Selamlar
Hava soğuk malum, ağaç evde üşüyebiliriz, buyurun bizim balkona sohbeti bu defa orada yapalım :))
Şaka bir yana, bu hafta mevzu derin. "Ev, arsa, koltuk, dolap vs. malın-mülkün sahibi miyiz? yoksa kölesi mi?"
Konuya özel mülküyet ve sahiplenme duygusu açısından bakmak tabi ki mümkün. Pek çok düşünür, dünyadaki sorunların çoğunun sahiplenme duygusundan kaynaklandığını düşünüp, bunu ortadan kaldırdığımızda sorunların çözülebileceğini düşünmüş. Ütopyaların çoğu, mülkiyet kavramı ile mücadele etmiş. Her şeyin, herkesin olduğu, saadet adaları anlatmışlar.
İnsanoğlu sahiplenme duygusundan kurtulup, mülkiyetsiz bir yaşamı devam ettirebilir mi, bu fıtrata uygun mu?
Bence imkansız. İnsanlar, bunu hayalini kurabilir, filmini çekebilir, kitabını yazabilir, hatta kısa bir süre yaşamında deneyebilirler. Fakat sürdüremezler. En azından hayal ettiği gibi sürdüremezler. Çünkü fıtrata aykırı. Dünyadaki ilk cinayeti düşünün, Kabil, Habil'e ait olanlar üzerinde hak iddia ettiği için, işlenmiş. Zaten sohbetin konusuda sahiplenmek duygusundan ziyade, sahiplenilmekle alakalı bence. Yani bizim dediğimiz şeyler bizim mülkümüz mü yoksa biz onların mülkü müyüz.
Örneğin, toplumsal statümüzü insanlara bir hizmet aracı mı yapıyoruz, yoksa nefsimizi tatmin aracı mı. Kullandığımız telefon bizim sosyal kimliğimize katkı sunuyor mu. Ya da birine bir faydamız dokununca, helede maddi olarak, kahraman ilan edilmeyi bekliyor muyuz.
Sahip olduğumuz makam, para ve eşya bizi tanımlamaya başladıysa, kusura bakmasın kimse, o kişi, tüm bunların esiridir. Dünya imtihan yurdu, bazen varlıkla bazen yoklukla imtihan edilirsiniz. Siz özgür ve bilinçli kişiler iseniz, bunun farkında olarak yolunuza devam edersiniz. Çünkü bu mülklerin varlığından da yokluğundan da farklı olarak, bir kimliğiniz, bir duruşunuz vardır. Bu sizi ayakta tutar.
Sahip olduğunuz nesneler sizi tanımlıyorsa, onların yokluğu ile imtihan olduğunuzda buna dayanmanız imkansız olur. İflas eden iş adamının intihar etme davranışı göstermesi artık doğal olur. Güzel bir söz vardı, "paranın yeri cüzdan oraya koyun, gönlünüze değil" diyordu.
Hiç unutmam, ilk evlendiğim yıllarda, kendimi paralıyorum, 30 saat ders, küçük bir bebekle evin her daim derli toplu düzenli, eşyaların tertemiz kalması için. Karşı komşum, canım ablam, hocam dedi ki " Zeynep, ev sana hizmet etsin sen eve değil" O zaman kafam dank etti. Beni evin tertibi ve düzeni ile tanımlayacak insanları hayatımdan çıkardım. Yetiştirilme biçimimden sanırım, düzen tertip severim ama bununla kendimi boğmamayı öğrendim. Çünkü ben, "temiz evi olan bir hanımdan başka bir şeyim". Evim bugün dağınıksa yarın toplanır, "evi toplamam lazım" fikri tepemde Demokles'in kılıcı gibi sallanmıyor uzun süredir.
Tartışmanın başına dönecek olursak, bence sorun özel mülkiyet yani sahiplenmek değil, sahip olduğumuz nesneleri, kimliğimizin vazgeçilmez bir parçası haline getirmek, kendimizi onlarla tanımlamak. Bunu yapmazsak, elimizdeki imkanları paylaşmak konusunda da sorun yaşamayız. Üç günlük dünyanın varına büyük anlamlar yüklememek lazım. Sevgili büyüğümüz Yunus Emre'nin dediğini hiç unutmadan yaşamak lazım.
Mal sahibi, mülk sahibi
Hani bunun ilk sahibi
Mal da yalan, mülk de yalan
Var birazda sen oyalan