Pages

27 Mar 2023

Ramazan Güncesi 4

 Selamlar

Bir eksikle günlük tutmaya devam inşallah. 

Hızlı bir geçiş olacak ama 5 yaşındaki Zeynep'ten sonra, evli, çocuklu ve öğretmen Zeynep'in Ramazan anılarından bahsedeceğim size bugün. :) Mesleğe Isparta'da başlamıştık. Dört yıl sonra eşimin mecburi hizmet görevinden dolayı Bitlis'in Tatvan ilçesine tayinimiz çıktı. İlk iki yıldan sonra polis lojmanlarına taşındık. Lojmanın kendine has bir kültürü vardır. Mahalle kültürünün yavaş yavaş günlük hayatımızdan çıktığı dönemlerde yeniden mahalle kültürünün yaşatıldığı bir ortamdır lojman. Herkes birbirini tanır. Ramazan gelince de davetler kaçınılmazdır. 30 gün Ramazan'da bir yere davet edilmeden ya da evde misafir ağırlamadan geçen günler sayılıdır. 

Lojmanlar öyle çok geniş evler değildir. İki yatak odamız, bir küçük salonumuz ve yine çok küçük bir mutfağımız vardı. Lojmana taşınınca salonu oturma odası olarak kullanmaya başladık. Yemek odası takımı alanı daraltacağı için elden çıkardık. Yemek masası ve sandalyelere varana kadar. İşin özeti evde bir yemek masası yoktu. Mutfakta bize yetecek kadar küçük bir masamız vardı ama misafirlerimiz için masa ve sandalyemiz yoktu. Şimdi düşünüyorum da yemek masası bile olmayan evde 7 yıl ağırladığım misafirlerin sayısı ile tam tekmil her şeyin olduğu bu evde ağırladığım misafir sayısı kıyas bile kabul etmez. Masa yok, sandalye yok, nasıl oturulacak derdine düşmez. Yere kocaman bir sofra serer. Hep beraber iftarımızı yapardık. 

Hangi yıldı hatırlamıyorum ama karla karışık yağış olduğu bir gündü. Bizim evin balkonu diğer lojmanlara göre daha genişti. Eşim mangal yapalım iftara dedi. Yağışlı hava nasıl olacak dediğimde, balkonda yakarız, dedi.

 Burhan Abi, eşi Gülşen ve Kürşat ve eşi Gülten ayrıca çocuklar bize gelecekti. Eşim ikişer kilodan 3 paket tavuk almıştı. "Oruçluyken alışveriş yapmamak lazım :))" 

İftara bir kaç saat kala misafirlerim geldi. Beyler balkonda mangalı yaktılar. Biz hanımlarla çorba salata bir şeyler hazırlıyoruz. Ben ellerinin altında kalabalık olmasın diye tavuk paketlerinin iki tanesini vermiştim. yani 4 kilo tavuk. Üç bey tavuğun yetmeyeceğini düşünmüş ve içlerinden en küçüğü Kürşat'ı tavuk almaya göndermeye karar vermişler. Ben salonda sofrayla ilgilendiğimden fark etmedin gittiğini. 

Hava acayip yağışlı. Kürşat tavuk almaya gitmiş. Ben mutfakta kalan paketle balkon tarafına geçirince Orhan ve Burhan Beylerin yüzünü görmeniz lazım. "Tavuk yetmeyecek diye bu yağışta gönderdik Kürşat'ı canımıza okuyacak dediler". Kürşat bizim hepimizden küçük, Evin küçük kardeşi gibi. Getir götür de çok kullanılırdı.

 Garibim gitmiş dükkana. İftara yakın bir zaman olunca dükkan kapalıymış. Açık dükkanlardan bilgi alıp, dükkan sahibine ulaşamaya çalışmış. Eli boş gelmemek için epey uğraşmış. Yağış devam ettiği için sırılsıklam olmuş. Tavukçu da köyüne gitmiş. Dükkanı da açtıramamış. Islanmış, üşümüş, üzgün geldi. Havlu verip kurutmaya çalıştık. Sofranın başına oturttuk. Pişmiş tavuklar gelince Kürşat isyanı başlattı doğal olarak. :)) 

Tatvan'daki Ramazan anılarımdan ilginçlerinden bir de, alt komşumuzun eşinin espri anlayışını ve sonucunu, ne zaman hatırlasam gülerim. Tatvan ülkenin doğusunda yer aldığı için iftarı daha erken yapıyorduk doğal olarak. Cebrail Bey, Tatvan iftar yapınca, sırasıyla batıda kaldığı için daha geç iftar yapan arkadaşlarını arar, biz açtık Allah kabul etsin derdi. :))) Çocukluk arkadaşınızla hep çocuksunuz malum. Ben en az 4 sene şahit oldum bu muhabbete. 

Doğal olarak mecburi hizmet bitti. Tayinleri çıktı

. Neresi dersiniz. İzmir...

Yukardaki görsel, evdeki ipleri atkı bereye çevirme operasyonuma devam ettiğimin göstergesidir. Nazlı Kar'ı okuyorum. onunla ilgili de detay vereceğim.

Bugün KFC'ye alternatif bir yemek yaptım. Tavuk göğsünü ince şeritler halinde kestim. Tepeleme 2 yemek kaşığı un, 2 diş sarımsak, Tuz, karabiber, kimyon, köri, pul biberi 1 çay bardağı kadar sütle sos yaptım. Sosun kıvamı krep hamuru kıvamındaydı. Okulda 3 saat dersim vardı 11.30 gibi geldim. Hazırlayıp, dolapta beklettim. İftara yakın kızgın yağda kızarttım. Çok güzel olmuştu. Dünden kalan ezogelin çorbam vardı.Yanında da makarna ve salatamız vardı. 

Selametle..

26 Mar 2023

Ramazan Güncesi 3

 


Selamlar 

Pat diye konuya gireceğim ama dün anlattığım çocukluk hatıram, insanların kafasını karıştırdı sanki. Oruç satın alma olayı, öyle aldım, sattım durumu değil arkadaşlar. Çocukları ibadetlere heveslendirmek için büyüklerin oynadığı masum bir oyun sadece. Tıpkı olamayan Noel Baba hikayesi gibi. 

Ben çok erken tecrübe ettim ilk orucumu. Zaten o sene tuttuğum ilk ve son oruçtur. Benim yaşımdakiler daha çok tekne orucu tutardı sahura kalkınca. 6 yaşından sonra her gün değil ama arada tam gün oruç tutmaya başlardık. Mahalledeki çocuklarla oruç sayımızı yarıştırırdık bayram gezmelerinde. 

"Sen kaç gün oruç tuttun" diye sorardık, Bizim oruçlu günümüz daha fazlaysa göğsümüzü gere gere durum bildirimi yapardık.:)) Az oruç tuttuysak, arkadaşımız hasbelkader bir kaç ay büyükse bizden, "ama sen benden büyüksün" bahanesine sığınırdık. :)) 

Bu az sayıda orucumuzun talipleri; dedeler, amcalar, dayılar, babalar, babaanneler, anneanneler olurdu. Oruçlarımızın bedeli bazen bir iftar sofrası, bazen horoz şeker, bazen sevdiğimiz bir oyuncak, yanında bir miktar harçlık gibi teşvik edici, destekleyici eğitim araçlarıydı. 

Mehemmet Amca orucumu satın almak istediğinde  çok korktuğumu hatırlıyorum.:))) Ben tuttuğum orucu amcaya satarsam ben sevap kazanamam ama demiştim neneme. Nenem çok gülmüştü halime. "Kuzum senin orucunun sevabı sana da yeter ona da korkma" demişti. 

Ben büyüdükçe anladım tabi büyüklerin oynadığı oyunun hikmetini. Bu masum oyunun amacı çocukları, ramazan, oruç gibi hem dini hem kültürel bir unsura alıştırmak. Çocukların sempatisini kazanarak onlara kültür aktarımı yapmaktı. Büyükler, "terbiye ediyoruz" gibi üstenci bir tutumla değil, çocukların seviyesini inerek, oyuna çevirerek güzel alışkanlıklar kazandırmaya çalışıyordu bize. 

 Buna benzer hatıralarımdan biri de Kurban Bayramlarındadır. Özellikle yakın komşulardan kurban kesmeyenlerin paylarını mutlaka benimle gönderirdi annem. Ben büyüdükten sonra küçük kardeşimle gönderdi.  Burada da amaç çocuğu bayramın iklimden uzak tutmamak. Kurban Bayramının manasını yaparak, yaşayarak öğretmekti. 

Ritüeller, kalıp davranışlar özellikle yaşamın ilk yıllarında anlamsız gelebiliyor. Sıkıcı bulabiliyoruz ama her ritüel, her kalıp yargı arkasında onlarca, hatta yüzlerce yılın hayat tecrübesini taşır.  Bu nedenle uygulamakta fayda vardır. Kabul ediyorum, değişmeyen tek şey değişimin kendisi. Her kültürel öğe zaman içinde değişecektir. Fakat biz de rüzgarın önünde kuru yaprak olmamalıyız. Büyüklerimizden gördüğümüz, gelenek ve görenekleri mümkün olduğunca yaşatmaya çalışmalıyız bence. Aksi büyük bir yozlaşmaya neden olabilir çünkü. 

Tevafuk sanırım, tam bu konuları konuştuğum sürede okuduğum kitabın Nazlı Kar olması. Kitap, geleneksel Japonya'nın değişmeye başladığı, batılı tarzın yavaş yavaş toplumsal yaşamda görülüp hissedilmeye başlandığı araf döneminde geçen bir ailenin hikayesi. 838 sayfalık bir cesamete sahip. :)) Ben henüz 300 sayfa okudum ama çok güzel ve öğretici ilerliyor. Severek okuyorum. 

Bu yazımı sahurdan sonra hazırladım. Hala yurttayım. Oruç tutan yavruların sahurlarını hazırladık. Dördüncü oruca niyet ettik. Birkaç saat sonra eve geçeceğim. Akşam için henüz plan yapmadım ama eşim kıymalı pide yaptıralım diyor. Ben de bir ezogelin çorbası yaparsam, yanında da mis gibi salata. Oldu da bitti maşallah. :) 

Battaniye örmek için aldığım iki ip birbirine uyum sağlamadı. Ben de kırmızı ipten atkı bere takım yapmaya karar verdim. Bitirince paylaşırım. 

Nöbet mesaisinin bitmesine 2 saat var. Uyuma konusunda kararsızım. Belki biraz kitap okurum. Şimdilik selametle. 

25 Mar 2023

Ramazan Güncesi 2


Selamlar
Hemen ilk günden pes etti demeyin lütfen. Üzerinize afiyet, dün iftardan sonra nasıl bir baş ağrısı musallat oldu anlatamam. Migrene evrilecek korkusuyla her türlü ekrandan uzak durdum. Halbuki size eski Ramazan anılarımı anlatacaktım. ( Yaşlı olmak bunu gerektirir bir kere 😊 ) 

İçimden geldi size ilk oruç anımı anlatacağım. 5 yaşındaydım. Miladi takvimde, haziran ya da temmuza gelmiş Ramazan. Emin değilim ama oruç saatinin uzun olduğu vakitlerdi. İftar 20.30 civarlarındaydı. Sahurda tabi iyice gece yarısı. Annemle müthiş bir mücadeleye girişmiştik. Ben sahura kalkmak için yalvarıyorum anneme. "Anneee lütfen uyandır" diye akşama kadar kadının eteğine yapışmış vaziyetteyim. Annem, "kızım uykunun en derin zamanı, kıyamıyorum, daha küçüksün" diyor ama ne fayda ben hala ısrar ediyorum. Zavallı annem bazen beni başından savmak için "tamam kaldıracağım" diyor. Ertesi sabah ben gözümü açıyorum ki çoktan gün doğmuş, ortada sahur falan yok. Basıyorum yaygarayı. :)  Şimdi düşünüyorum da ne kadar yormuşum kadını. Oruçlu haliyle, ev işi, iftar telaşı bir de lafa söze gelmeyen ben. Vallahi çok utandım yazarken :) 

O zaman sahura kalkmak rüştümü ispat etmek gibi bir şey. Bir plan yaptım. Mahallede benden 5 yaş büyük bir abla var. Adı çok orijinaldi, o yüzen net bir şekilde kalmış hafızamda. Güldeste abla. Canım benim ne çok kahrımızı çekerdi. Tüm mahallenin ablası... Ondan çalar saati kurmayı öğrendim. Yatağımın dibine koydum çalar saati. Annem uyandırmasa da ben kalkacaktım sahura. O kadar eminim kendimden. Sonuçta horozlu çalar saat dibimde, uyandıracak beni. 
Heyhatt! Akşama kadar nenemin tabiriyle, "ardımızdan it kovalıyor gibi" sokakta koşturtup oynayınca, uykunun dördüncü evresine jet hızıyla geçiyoruz gece. Top patlasa duyacak halimiz kalmıyor. Gece benim saat ötmüş vaktinde ama ben mışıl mışıl uyumaya devam etmişim. 
Çok net hatırlıyorum. gece çalar saate güvenip, sahura uyanacağım heyecanı ile uyumuştum. Gözümü açtım ki gün aydınlanmış ve benim sahur yine yalan olmuş. Hayal kırıklığımı tahmin edersiniz. Başladım ağlamaya. Ama nasıl bir ağlama. Anneme kızıyorum saatimi sen mi kapattın diye. Annem yok kızım duymadın saati diyor ama laftan anlayan beri gelsin. 
Yıllar sonra anlattı annem. Uyanmam için fırsat vermiş. Hemen kapatmamış saati. Fakat ben duymayınca kendi de kaldırmaya kıyamamış. Uzun sözün kısası ben sahura kalkamadım ve gün boyu küskün, kırgın, öfkeli dolaştım durdum evde. Gittim geldim anneme sataştım, neneme küstüm.
 Annemin canına tak demiş olacak, "tamam söz bu gece kaldıracağım seni sahura" dedi. 
Tarih hatırlamıyorum tabi. Ben okuma yazma bilsem kesin bir yere yazardım ama bilmiyordum o zamanlar. Annem sözünde durdu ve beni uyandırdı. 
Sahura kalkacağım diye aside tatlısı bile yapmıştı. 💟 Dün size bahsettiğim coşku var ya... İşte o günden kalma. Annem sofrayı hazırlayana kadar elimi yüzümü yıkadım. Nenem, pencereyi aç yüzüne hava çarpsın. Uyku mahmurusun, yiyemezsin sonra dedi. Pencereyi açtım, başımı dışarı çıkarıp, derin bir nefes aldım. Her Ramazan, o gece pencereden bana gelen o havayı hissederim. Sanırım öncesinde Ramazan iklimine yoğunlaştığım için hissedebiliyordum. Bu sene malesef öyle bir duygu yoğunluğu ile karşılayamadım mübareği. 
Ben, Ramazana; hoşnut edilmesi gereken misafir muamelesi yapılan bir aile kültüründen geliyorum. Bu hazırlıksız olma halim mübareğin gönlünü incitmesinden korkuyorum. O nedenle elimden geldiği kadar ona özenmek, kusurumu affettirme telaşına kapıldım. 

Sahura kalkıp, muradıma ermiştim. Annem beni tekne orucuna ikna etmeye çalıştı ama başaramadı. Laf aramızda, biraz zor bir çocuktum sanırım. 
 Ben günün ilk saatlerinde yine sokakta arkadaşlarla top oyna, saklambaç oyna mesaisine devam ettim ama öğleden sonra açlık susuzluk baş gösterdi. Enerjim yavaş yavaş çekilmeye başladı. Kedi gibi süklüm püklüm eve girdim. Sakince oturdum kaldım.
Babam o dönem Libya'da çalışıyordu. Evde değildi. Mahallede akrabalarımız da oturuyordu. Babamın kuzeni Muhammed amca, bizden bir kaç ev aşağıda oturuyordu. Gün içinde eşi Fahriye yenge annemin yanına gelmiş. Annem benim oruçlu olduğumu söylemiş. 
Muhammed amca benim oruçlu olduğumu duyunca ikindi gibiydi bize geldi. 
 Ben biraz çekinirdim Muhammed amcadan. Hem babamdan bile çok büyüktü hem de adı konusunda kafam çok karışıktı. Nenem ve çevremdeki herkes Mehemmet derdi, Muhammed amcaya.  Amcanın adı Muhammed mi Mehmet mi. Yerel ağızla söyledikleri için Mehemmet'i de tam anlamıyordum. Adı konusunda acayip kafam karışıktı uzun süre. Sonra liseye geçince, tarih öğretmenimiz aydınlatmıştı. Mehmet, Muhammed'in Türkçe'de söylenme biçimidir. Hatta eskiler Mehemmet derdi, duymuşsunuzdur mutlaka demişti. Ben işin aslını öğrendiğim de ne Mehemmet amca vardı, ne de nenem. İkisi de rahmete gitmişti. Doğru dürüst ne Muhammet amca ne Mehmet amca diyemedim adama. :(

Mehemmet amca oruçlu olduğumu duyunca beni görmeye geldi demiştim. Aramızda geçen muhabbeti hiç unutmuyorum. 
Eeee Zeynep Hanım, Allah kabul etsin, niyetliymişsiniz bugün. Ben kafamı salladım. Orucunu kime sattın bakalım. Ben şokkk. Gözlerimi kocaman açtım neneme baktım. Nenem gülüyor. "Emmisi daha kimseye satmadı. Ben de bekledim, sen gelesin bir pazarlık olsun. Zeynep Hanımın orucu ucuza gitmesin dedi."
 Nenem, Mehemmet amcanın teyzesiydi. Onlar teyze yeğen konuşuyorlar, ben şaşkın şakın yüzlerine bakıyordum. "O zaman ben alayım Zeynep Hanımın orucunu" deyip bana döndü. "Kaça satacaktın bakalım" dedi. Alma satma işlerinden anlamayacağım taa o zamandan belliymiş. Fiyat falan biçemedim orucuma. :))
Mehemmet amca beni iftara davet etti. Ama evden sadece beni. İftara yakın tertemiz giyindim. Annem hurma tatlısı yapmıştı ondan bir tabak verdi elime. Ben bir kaç ev aşağıya Mehemmet amcaların evine iftara gittim tek başıma. Beni kapıda karşıladı. softada yanında oturttu. 5 yaşında bir çocuk değil de büyük ve önemli bir misafir gelmiş gibi ağırladılar beni. Mehemmet amca horoz şekeri de almıştı bana. İftardan sonra beraber teravih namazına da gittik. Beni eve bırakırken cebime harçlık da koymuştu. 
Şimdi düşünüyorum da, gençler din ve gelenek konusunu baskı unsuru olarak algılıyor. Çoğunlukla da haklılar. Bizler malesef benim büyüdüğüm iklimin yetişkinleri gibi olamadık. Hep çok işimiz vardı. Kendi çocuğumuza bile zaman ayırıp, onlarda hoş hatırlar bırakmayı akıl edemedik. Çok para harcayınca iyi ebeveyn olacağımızı zannettik. Vaktinde bu konuda çok sıkıntı çektiğimiz, eksikliğini hissettiğimiz için belki de. Ama bir insanın diğer insana verebileceği en muhteşem şey zaman. Nitelikli zaman geçirme diyorlar ya hani işte esas mesele o. Geri kalan her şeyin boş olduğunu öğretti bana ellinci yaşım. 

Bu arada bugün yurtta nöbetçiyim. İftara Fatma Hanım ne yaptıysa onu yiyeceğiz :) Dün evde kabak vardı. Orhan çok bozulmasın diye içine kıymada kattım ve domatesli soğanlı bir tencere yemeği yaptım. Şüheda pirinç pilavı pişirdi. ilk günden kalan çorbamız vardı iftar menümüzde. 
Nasip olursa düzenli yazmaya devam edeceğim. Bakalım beni nerelere götürecek bu motivasyon. 
Selametle...

23 Mar 2023

Ramazan Güncesi


Selamlar
Yaş 50. En umarsız, haylaz çocukluk yıllarımdan beri hissettiğim o coşku, Ramazan ikliminin havası nereye gitti. Büyük felaketin yarattığı travmatik ruh hali mi götürdü o coşkuyu. Yoksa dünya o kadar kirlendi ki çocuk saflığı ve temizliğinin hissettiği o coşkuyu artık kalpler hissedemiyor mu? 
Efkarlı bir giriş oldu, farkındayım. Fakat her sene Ramazan öncesinde bir heyecan başlardı. Buzdolabına yemekler yapılır. Ramazan sürecinde okuyacağım kitaplar seçilip, paylaşım yapılır. Evin dekoruna Ramazan dokunuşu yapmak için harekete geçerdim. Geçen sene yemek masasının önündeki perdeye amigurumi harflerle RAMAZAN yazısını örmüştüm. Bu sene depremden önce kapı süsleri beğenmiştim. Örerim diye. Dünyamız alt üst olunca her şeye karşı genel bir isteksizlik başladı. Toparlanmak lazım diye telkin veriyordum kendime. Zaman nasıl geçti bilmem ama bir de baktım ki Ramazan arifesi gelmiş. Dün apar topar harflerimi yerine astım. Ayrıca yeni bir karar aldım. Ramazan boyunca her gün, günlük tadında, zamanın ve mekanın getirdikleri üzerine yazılar hazırlamayı düşünüyorum. Umarım vaktim olur buna. 

Ayrıca okuyanlara da bilgi olması açısından Ramazan menülerimi paylaşacağım. 
Bugün bizim evde; 4 kaşık çorbası, Sivas köftesi, pirinç pilavı ve mevsim salata vardı. Kızım Islak kek yapmıştı tatlı olarak. 

4 Kaşık çorbasının tarifi şöyle; kırmızı mercimek, yeşil mercimek, pirinç ve bulgurdan bir yemek kaşığını yıkayıp tencereye alıyoruz. 4 bardak su koyup kaynamaya bırakıyoruz. Malzemeler yumuşamaya başlayınca terbiyesini yapacağız. 1 su bardağı yoğurdun içine 1 yemek kaşığı un, 1 yumurta sarısı ve yarım limon suyunu çırpıp Çorbaya ilave ediyoruz. Acemiler için hatırlatma, terbiye soğuk, çorba suyu sıcak olunca keser. Önce çorbanın suyundan ilave edip dengelemeye çalışıyoruz. Yavaş yavaş katıp, karıştırarak terbiyesini ilave ediyoruz. Yavaş yavaş karıştırarak kaynatıyoruz. Yine bir tüyo, yoğurtlu çorbalarda tuz en son kaynadıktan sonra atılır. Bu arada dolapta haşlanmış nohut varsa çok yakışıyor çorbaya onu da ilave edebilirsiniz. En sonunda üstüne tereyağda kavrulmuş soğan ve nane ilave edilir. Mis gibi çorba. Afiyet olsun. 

Dediğim gibi, her gün bir yazı ile gelmeye çalışacağım. Şimdilik Hayırlı Ramazanlar. 

18 Mar 2023

Mucize ( R. J. Palacio)

 

Selamlar
Çok mola verdik işlerimize. Korku, panik bizi esir almak üzere. Buna izin veremeyiz. Önümüzde genç ve dinamik bir kitle var. Onlara devam edebileceğimizi göstermek zorundayız. 
Mucize için tatil öncesinde grubu oluşturmuştuk. Hatta bu defa çok güzel bir gelişme olmuş; biz Yaşlı Adam ve Deniz kitabını sunduğumuz gün bu tatlı kızlarım gelip, "hocam biz de bir kitaba hazırlanmak istiyoruz" dediler. Yani ekip önce beni buldu. 
Esra Hocamın sloganıdır, "yola çık, yol açık" der. Ben yola ilk çıktığımda ben de dahil kimse ne yapmaya çalıştığımı çok bilmiyorduk :)) 
Fakat, yola çıktık. Niyet hayır olunca akıbet de hayır oldu. Bu bizim dördüncü ekibimiz. Hatta beşinci ekip de yolda. 
O ekibin de çok tatlı bir hikayesi var. Nöbetçi olduğum bir gün, normalde dersine girmediğim bir sınıfa girmem gerekti. Arkadaşın okul dışında bir etkinlikte görevi vardı. Geçen sene okuma gruplarıma gelen bir kızımız vardı. Ayşe Rana. Onun önerisiyle Tatar Çölü'nü okuyacaktı grup ama kısmet olmadı. Rana'nın sınıfına bu tevafukla girince, sen bir ekip kur, Tatar Çölünü çalışalım dedim. Dedim ama araya tatil, depremin yarattığı stres ve gerginlik girince ben unuttum söylediğimi. Ki bilen bilir ben verdiğim bir görevi asla unutmam :)) 
2 hafta aradan sonra okul açıldı. Biz Mucize ile ilgili çalışmalara hız verdik. Ben koridorda "mucize" kızlarımla görüşüyorum, Ayşe Rana yanıma geldi. Hocam biz grubu kurduk, kitabı okumaya başladık. Ne zaman toplanalım demez mi. Bir an bocaladım, unuttuğum için. Hatırlayınca çocuğa sarılacaktım neredeyse. Çok mutlu oldum. 
Vel- hasılı kelam, bugün günlerden Mucize ama çok yakında Tatar Çölü ile de geleceğiz inşallah.


Bunlar "mucize kızlarım". Sol baştan; Nazlıcan, Nuriye, Melisa ve Mehtap. Okul panolarının birine kitapta geçen karakterler ve ilişkilerini gösteren bir poster çalışması yaptılar. Kitapta vurgulanan öğretileri de panoya ekledik. August'un hastalığı ile ilgili görselleri toplayıp, görünür hale getirdik. 





Kızlar sırasıyla hazırladıkları metinleri sundular. Mehtap son kısımda bir özeleştiri yapmasını istedi arkadaşlarından. Gençler de sürece destek verdi. Müdür Bey kızları biraz zorladı :) Mehtap çok güzel idare etti. Hoş bir anı olarak burada kalmasının iyi olacağını düşünüyorum. Bugün yazıma Mehtap'ın metni ile son vereceğim. Türkiye Birinciliği olan iyi bir kalemdir Mehtap. Okumadan geçmeyin derim :)) 



KİMLİK ÜZERİNE

Toplumumuz, doğuştan ve sonradan kazanılmış farklı özelliklere sahip birey ve grupların belirli idealler, inançlar ve değerler etrafında bir araya gelmesiyle oluşmuştur. Bu bağlamda toplumların en belirgin özelliği de farklılık üzerine inşa edilmiş olmalarıdır. Bahsi geçen bu farklılıklar fiziksel, ruhsal, bilişsel olarak geniş bir alana hitap etse de ben August’un hayatından yola çıkarak yalnızca fiziksel farklılıklarımızı ele alarak sosyal kimliğimiz üzerindeki etkisinden söz edeceğim.

Sağlıklı gelişimini sürdürebilen her bireyin bebeklik döneminden sonraki önceliği kendisini ve kendi dışındakileri görüntüsüyle anlamlandırıp ayırt etmeye çalışması olur ve bu ayırt etme yaşam boyu gelişerek devam eder. Zihnimizdeki ilk yargıyı belirleyen “dış görünüş” kavramı tam da bu noktada konuya dâhil olur. Ancak belirtmeliyim ki bahsi geçen dış görünüş, değişimi bizim elimizde olmayan fiziksel özelliklerimizdir.

         Toplum içinde yaşayan bireyler olarak yaşadığımız çevre, içinde bulunduğumuz koşullar ve toplumun hedeflediği idealler doğrultusunda sosyal kimliğimizi oluşturuyoruz. Her ne kadar kabullenemesek de kimlik oluşumumuzun başlangıcı ve gidişatını belirleyen unsur fiziksel özelliklerimiz üzerinden oluyor. Kimliği benzerlik ve farklılık olarak iki bileşen üzerinden düşündüğümüzde fiziksel farklılıklarımız bizi toplumun bir parçası olmaktan alıkoyuyor. İçinde yaşadığımız dünyada toplumdan kopmanın, hayatımızı sorunsuz ve sağlıklı sürdürebilmemizi ne denli güçleştirebileceğini tahmin edebiliyoruz.

             Fiziksel görünüşümüzdeki ve kendimizi ifade etme biçimimizdeki dönüşüm yaşam boyu devam ettiğinden toplumsal etkiyi göz ardı etmemiz imkânsız bir hâl alıyor. Bizlerin ilk karşılaşma anında yaptığı basit bir mimik dahi karşımızdaki insanın kim olduğuna dair verdiği cevapları etkilemekle birlikte kendini kabul sürecinde de önemli rol oynayabiliyor. Bu durum dış görünüşün, bireyin kendisini ifade etmesi gereken bir olguya yani kendisini başkalarına ispat etmesi gereken bir yüke dönüştükçe sosyal uyum sürecinde zorluklar yaşaması kaçınılmaz oluyor.

Sorun genellikle bilinmeyenle dolayısıyla tecrübe edilmemiş olandan kaynaklanıyor. Sürekli deneyimlediğimiz ortam bizi farkında olarak ya da olmayarak tek tipleştirdiği için, ötekiyle ilişkimiz sürekli sorun alanı olarak algılanıyor. Özellikle biz gençlerin kendilerini sosyal görünüşleriyle ifade etme biçimleri noktasında olumsuz değerlendirmeleri, kendilerini beğenmemeleri, her yönüyle kendilerini kabullenmemeleri, bunun yanı sıra diğer insanlar tarafından olumsuz değerlendirileceği düşüncesi; kendimizi değersiz, özgüvensiz ve kaygılı hissetmemize neden oluyor. Bu gibi duygular ilerleyen süreçlerde depresyon, kaygı bozuklukları ve kişilik bozukluklarına neden olabilir.

Ben ve arkadaşlarım August’un hayatına misafir olarak dünya üzerindeki yüzlerce belki binlerce eşsiz August’un yaşamlarındaki zorluklara onun anlattığı ölçüde şahit olduk. Bizler artıkkafamızı kaldırıp çevremize her baktığımızda Frank Herbert’ın “Her insan bir dünyadır” sözünde buluşabiliyoruz. Belki buradan sonra söyleyeceklerim sizler için örgün eğitim hayatımız boyunca çok sık duyduğumuz alışılmış bir duyumdan ibaret olabilir. Ancak bir arada yaşamanın ön koşulu tartışmasız herkesin farklılığına saygı gösteren, farklılığı bir zenginlik olarak gören, farklılıkların temel hak ve özgürlük taleplerini ciddiye alan bir anlayışa sahip olmakla ve bunu uygulamakla mümkün olabileceğini unutmamalıyız.

Kaderinde sıra dışı olmak olanların mucize kalplerinde buluşmak dileğiyle…


SELAMETLE...

13 Mar 2023

Frida Blanket Birleşti....


Selamlar
Öncelikle Özlem'den özür dileyerek başlamak istiyorum. Beni sürekli beklemek zorunda kaldı. Arkadaşım hakkını helal et. Benim 18 motifim eksikti. Bu hafta planlama yaptım ve motifleri tamamlayıp, birleştirdim. Hatta kardeşim beğendi ve ona hediye ettim. Yani battaniye şu anda bende değil :)

Frida'nın Çiçeklerini bitirdiktren sonra İstediğiniz motifi istediğiniz yerde kullanabilirsiniz normalde. Yani yüreğinizin götürdüğü yere gidebilirsiniz :) Orijinal yerleştirmeye uygun yapmak isterseniz, bu şablona uygun olarak yerleştirmeniz gerekiyor. 


Birleştirmeyi dikerek yapmak bir alternatif. Fakat ben motiflerin arkasından 1 zincir 1 sık iğne tekniği ile birleştirdim. Yani motiflerin ön yüzü içte kalacak şekilde tuttum ve ilk köşeden başlayarak, 1 sık iğne yaptım. ardından 1 zincir çektim, 1 ilmek atlayıp sıradaki ilmeğe sık iğne yaptım. Son sıralarda sayılara dikkat ettiyseniz köşeler tam denk geliyor. Gelmiyorsa bile siz kendinize göre ayarlama yapabilirsiniz, çok fark yaratmıyor.


Birleştirme işlemi bittikten sonra kenarlarını bir kaç sıra sık iğne yaparak temizliyoruz. Bu süreçte renk ve sıra sayısı sizin tercihinize göre şekillenir. Kısa sıralardaki dilimli görüntüyü korumak için sivri uçlarda 3 sık iğne yapıyoruz. Çukurda kalan kısımlarda ise eksiltme yapıyoruz. Detay fotoğraf yardımcı olacaktır. 
Uzun kenarlardaki yarım motiflerin kenarına sık iğne yaptığımızda, çiçeklerin arasında kalan zincirleri kullanabilirsiniz. O kısım için detay fotoğrafı çekmeyi unutmuşum. Üsteki resmin yardımcı olmasını umuyorum 🙈

 



Birleştirme sırasında çektiğim fotoğrafların yardımcı olacaktır :) 


Bu süreçte sevgili grubumdan Fatma'nın herkese hoş bir sürpriziydi kitap. Böyle anlatımları seviyorum. Sonuna kadar bir olay örgüsü sizi içine alıyor ama sonunda öyle bir şey oluyor ki, tüm hikayeyi yeniden başka bir gözle değerlendirmeniz gerekiyor. 
Yoğun iş temposunda boğulan bir anne, hiç beklemediği bir anda yine zamansız bir iş görüşmesi sırasında tek evladının geçirdiği ciddi bir kaza ile imtihan ediliyor. Oğlundan umut kesilmek üzeredir. Son 1 ayı vardır. Ya alkolik olacak ya umuda tutulacaktır. Umuda tutulan anne için macera başlar. Süreçte yaşanan maceralar ve uyanan evladın hafızasının olmaması....
Hikaye annenin mi yoksa oğlunun mu hikayesi siz karar verin :) 


Kaan Murat Yanık, merak ettiğim bir yazardı. Okuyacak bir dolu kitabım olunca kendi içimde almalı mıyım almamalı mıyım diye düşünüp duruyordum. Hasibe içine doğmuş gibi okumalısın dedi ve kitabı gönderdi.
 İhsan Oktay Anar'la tanıştığım, fantastik olmayan ama büyülü gerçekçiliği olan bir kurgu. 
Tam ortasında deprem maceramız başladığı için elimde çok kaldı. Buna rağmen kurgu insanı içine çekiyor. Yazarın kalemi de insana okuma zevki veriyor. Okumadıysanız tavsiye ederim. 

Şu an elimde Nazlı Kar isimli Japon edebiyatından bir örnek var. 838 sayfalık bir cesameti var. Bu hafta bitirmem zor. Mucize isimli kitap için sunum hazırlıyoruz gençlerle. Ayrıca üzerinize afiyet epey hastayım. Ramazan öncesinde bitirebilmeyi umuyorum. 

Aksiyonun ardı arkası kesilmediği için online olarak katıldığım bir eğitimden sadece bahsedildim ve detay veremedim. Bir sonraki postta o konuyla ilgili notlarımı paylaşmayı planlıyorum. 
Selametle...

Berat Kandilimiz Mübarek olsun.


Selamlar 
Adım adım mübarek Ramazan'a doğru yol alıyoruz.
Aslında bu yazıyı Berat Kandili gecesinde, yurt nöbeti sırasında yazmayı planladım. O geceden bir fotoğrafla başladım ama kısmet değilmiş diyelim. Kandil günü, pansiyon nöbetim vardı. Aynı zamanda -Allah kabul etsin- oruç tutmuştum. Bir grup öğrencim de oruçluydu. Akşam yemeği saatinden bir saat sonra iftarımızı ettik. Gençler yürümek istediler. Normalde belli bir saatten sonra bahçeye bile çıkmak yasak yurtta. Ama o gün Zeynep Hoca da firar kafasında olunca :), okulun alt tarafındaki markete kadar yürüdük gençlerle. Fotoğraf o yürüyüşün sonundan, okul bahçesinden. Aman Ebubekir Hoca duymasın :)) 


Bu ara, tüm akisiyonumuz, üşüyenleri ısıtmak üzerine. Malesef büyük acılardan geçiyoruz, herkesin malumu. Kendimizi rahatlatmanın tek yolu, bölgeye desteğimizi sunmak. Bu bereleri daha ilk günlerde okulumun hazırladığı yardım tırı için örmüştüm.


Tığla örmenin şişle örmeye göre daha hızlı ilerlediğini keşfettiğimden beri tığla örüyorum bereleri. Yurdumuz ilk iki hafta okullar tatil olunca bölgeden gelenler için geçici barınma imkanı verdi. Ayrıca ihtiyaç olabilecek ne varsa toplamaya çalıştık. Yurtta kalmadığı halde, ihtiyaçları için uğrayan depremzedeler de oluyordu. Bu bere şu malesef meşhur Ebrar Sitesinden kurtulan bir ailenin küçük oğlunu ısıtacak artık 





Evde uygun olan tüm iplerle neredeyse bere ördüm. Hepsi de çok şükür, bir yaraya merhem olmak için yola çıktı. 



Tokaların tarifini sevgili Atölye Hobi you tube sayfasından aldım. Antakya'dan gelip, bir süre bizim yurtta kalan iki genç öğretmen hanıma hediye ördüm. 

 

Yurt nöbetim sırasında tanıştık Özge ve Gamze öğretmenlerim ile. Gamze Hoca, en çok da kütüphanesi için üzülüyordu. Benim artık herkesin tanıdığı Sevgi arkadaşımın doğum günüydü. Grup ona pasta parası göndereyim derken abartmayı sevdi. Biz de Sevgi ile beraber kızlara kitap alalım diye düşündük. Hafta sonu buluşup hem sohbet ettik hem de kitaplarını teslim ettik. 
Sadece maddi destek sağlamak yetmez, bu insanların bildikleri dünya alt üst oldu. Onlara dokunmak, yalnız olmadıklarını hatırlatmak çok önemli. 

Kandilden beri güncel de olanlar şunlar. Haberleri takip ediyorsanız, Kayseri'nin iki üç günde bir deprem yaşadığını duymuşsunuzdur. Faylardaki büyük kırılma ve yer değiştirme, Kayseri'ye deprem fırtınası olarak yansıdı. Geçen hafta salı ve cuma sabahı depremler yaşandı. 

Salı günü, İncesu merkezli bir depremdi. Ben okulda ve nöbetçiydim. Son dersteydik. Benim dersim yoktu fakat nöbetim olduğu için okuldaydım. Öğretmenler odasında kitap okuyordum. Bir anda masa kolumun altından kaydı. Gençler aşağıya inmeye başladı. Bölgeden gelen gençler çok perişan oldu kuzularım. duyguları tetiklendi malesef. 

Benim cuma günü dersim yok. Öyle olunca, Ramazan öncesi Sivas'a büyükleri ziyaret etmeye gidelim dedik. Perşembe okul çıkışı yola revan olduk :)) Allahtan yorgunum diye tembellik etmemişim. Cuma sabah Kayseri, o büyük depremlerden sonraki en şiddetli sarsılmasını yaşamış. Sabah 5.29 da şiddetli bir sarsıntı ile uyanıp yine sokağa fırlamışlar.
Uzmanlar 5,5 şiddetine kadar çıkabileceğini söylüyor. 
Bir hafta da iki üç defa sallanır olduk. İnsanların psikolojisi çok kötü. Bu ortamda şımarıklık etmek istemem ama Kayseri'nin ciddi psikolojik desteğe ihtiyacı var. Kiminle konuşsam anksiyete tavan yapmış durumda. Arkadaşın kızı üniversite sınavına hazırlanıyor. Onun stresi de tetikledi ve kız eve giremiyor. Ailecek 15 gündür arabada kalıyorlar.Ddurum bu kadar vahim yani. 

Sivas'tan bugün döndük. Frida Blanket'in eksik motiflerini örüp birleştirdim. Hatta kardeşime hediye bile ettim. :) Bu süreçte iki kitap bitirdim. Üçüncüye başladım. En kısa zamanda onların notlarından oluşan bir post hazırlayacağım. Tabi Allah nasip ederse. 
Selametle.