MAVİ ÖYKÜ
Yaşlı Adam ve Deniz, bir diğer adıyla İhtiyar Balıkçı kitabı benim için mavi bir öyküdür. “Mavi öykü” derken bahsetmek istediğim şey mavi renginin temsil ettikleri, yani bir nevi hüzün. Kitabı anlatmak için daha güzel ve uygun bir sıfat bulmak bence imkansız. Kitabın kapağının mavi seçilmesinin nedenini çoğu kişi ismindeki deniz olarak yorumluyordur belki ama benim için bu kapak renginin sebebi “yaşlı” ya da “ihtiyar” kelimesi.
Kitabın en başında bizi karşılayan bir sözle girmek istiyorum bu konuşmaya, o da şu: Neşeli, namağlup deniz rengi gözlerinden başka her şeyi kocamıştı. Bu cümle benim için kitabın başında pek anlam ifade etmese de biraz daha okuduktan sonra geri dönme ihtiyacı hissettiğim bir cümle oldu çünkü okudukça bu kitabın o mavi gözlerden denize açılan bir dünyayı bize anlattığını çok iyi anladım. Aynı zamanda bir şey daha düşündüm, yaşlılık kavramını toplum tam anlamıyla bir mavi hikaye olarak görüyor.
Yaşlılık, toplum tarafından olduğundan çok daha kötü görülmüyor mu? Toplumun bu genel yargısıysa tek tek bireylere sinmiş. Açıkçası ben yaşlılığın kötü olmadığıyla alakalı konuşan, halinden memnun olan ya da yaşlanmaktan korkmayan çok az kişi gördüm. Yaşlandıkça güçten düşüyoruz, bazı kabiliyetlerimiz azalıyor ve bir noktadan sonra öyle hissettiriliyor ki yaşlı bireyler toplumda insanların sırtına bir yükten başka bir şey değil. Ama ben buna katılmıyorum. Yaşlılık olgusu yokmuş gibi davranmak yerine yaşlandığımızı ve de yaşlanmanın, eskimekle aynı şey olmadığını bir an önce kabullenmemiz gerektiğini düşünüyorum. Bunu kabullenmek belki zor gelebilir, elinizden bir şey gelmiyormuş gibi hissetmek de çok normal çünkü yaşlılık çoğu insan için ya pişmanlıklarla dolu yaşanmamış bir hayatı ya da bilinmez bir sonu temsil ediyor. Ama her düşünce ya da her his doğru olmak zorunda değil. Mesela yaşlandıkça deneyimlerimizin arttığı ve bilgeleştiğimiz kesin.
Kitabın başında Santiago, yani yaşlı adam, gencin ona yardım teklifini reddedip balık avlamaya çıkıyor ve bu sırada sürekli söylediği bir cümle var: Keşke çocuk burada olsaydı. Zorlandığı bir durum var ve bu durum çok büyük bir balığı çekmek, bu balığı tekneye atacak kadar güçlü değil artık. Oysa genç burada olsa böyle mi olurdu? Gücü yeterdi ve balığı çekerdi. Kitabın yarısından sonra ancak bu düşünceyi bırakmaya başlıyor ihtiyar ve onun yerine şu düşünceyle devam ediyor: Ama çocuk yok. Bir tek sen varsın.
Balık tutmaya giderken kendine güvenerek yola çıkıyor ve artık gençliğine sahip olmadığı için çok zorlanıyor. Ama gençliğini dilemek yerine bir noktadan sonra olduğu kişiyi, yaşını kabulleniyor ve olduğu kişiyle hareket ettiği zaman, geçmiş yıllar boyunca öğrendiği şeyleri uyguladığı zaman –ki bunlar, hiçbir zaman gencin bilemeyeceği şeyler- iki gece boyunca denizde yalnız başına kalsa da eninde sonunda o balığı yakalayıp teknesine bağlıyor. Hatta şehre balığı götürürken elinde yeterli malzeme olmasa bile birkaç köpek balığını öldürüyor!
Elbette yaşlandıkça gücümüz azalıyor. Ama en başta fiziksel olarak güçten düşmek, başka hiçbir şey yapamamak anlamına gelmiyor. Sadece alışmadığımız yeni şeyler yapmak zorunda olduğumuz anlamına geliyor. Yani yaş, içten içe tutamayacağımıza inansak yahut çevredekiler bize bunu söylese de o dev balığı tutmanın yöntemlerini zaten bildiğimizi düşünerek kendimizi son bir defa daha denemek için denize açılma cesaretini göstermiş bulunmaktır belki de. Hayatın bitmesindense hayatınıza yenilikler getirmeye devam eden bir şey. Bu durum muhakkak ki arkada bırakmanız gereken şeylerin, kayıpların hüznüyle dolu. Bu hikayede yaşlı adamın karısını kaybetmesi ya da balık tutma şansı buna örnek verilebilir. Yaş aldıkça birilerini kaybediyoruz ve belki de şansımız, sadece ilişkiler konusunda da değil, her konuda azalıyormuş gibi geliyor. Halbuki farklı şanslar doğuyor sadece. Yaşlanıp da Santiago gibi yelkenlerini açmaya cesaret edebileceklerin kendilerine ve topluma katabilecekleri harikulade şeyler her zaman var olmaya devam edecek. Bir şeyi yapmaya gücünün yetmemesi, onu öğretmeye ve daha fazla kişiye ulaştırmaya engel değildir. Yılların yaşamını bize öğretecek, eski hataların yenilenmesini engelleyecek, geleceğimizi tayin konusunda yardım edecek bireylere belki de her zamandan çok ihtiyacımız var. Sadece bireysel değil, toplumsal olarak da ihtiyacımız var.Buna rağmen farklı bir açıdan baktığımızda da eğer öğretebileceğiniz şeyler varsa ama buna gücünüz yetmiyorsa bunu sadece kendinize saklamak da bencilce değildir. Veyahut gözlerin eskisi kadar iyi görmüyor diye sesli kitaplardan vazgeçmeye de hiç gerek yoktur. Yaş alındığı zaman yaşamaktan vazgeçilmediğinde hala yürünebilecek onlarca farklı yol olduğu fark edilebilir.
İşte tam olarak bu sebepten dolayı “mavi” dedim bu hikayeye, benim mavi olarak görmemden çok insanların mavi olarak görmesinden dolayı. Yazdığımı dinleyen çoğu kişinin genç olduğunu ve yaşlılık gibi bir “dertlerinin” şu anda olmadığını biliyorum. Yine aynı şekilde bazılarımızın yaşlanmaktan da korktuğunu biliyorum. Konuşurken de söylediğim gibi her düşünce ve fikir, genel kabul gördü ve üzerinde konuşulmuyor diye gerçek olmak zorunda değil. Zaman ilerledikçe hayallerimizi gerçekleştirme şansımız da azalmıyor. Hayatımızı sadece gençliğe indirgemek manasız bir şey, hayatın size sunabileceklerini elinizin tersiyle itmek demek. Bunun yerine hayatın getirdiklerini kabullenmeyi öğrenelim ve o noktadan hareket edelim. Her zaman olmamız gerektiğini düşündüğümüz şey olmamıza gerek yok, çok başka şeyler de olabiliriz. Santiago’nun 85. günde av yakalayacağına inanması, yakalaması ve sadece başı ile iskeletini şehre götürebilmesi kitaptan çıkarılabilecek en büyük örnek.
Bahsettiğim şeylerin daha iyi göz önüne gelmesi için dinleyenlerin çoğunun da izlemiş olabileceği bir filmden örnek vermek istiyorum: Arabalar 3. İlk 2 film boyunca Mcqueen’in yarıştan yarışa atladığını ve çağının en başarılı, parlak, yetenekli yarışçısı olduğunu görüyoruz. Ancak 3. Filme geldiğimiz zaman Mcqueen başarısız olmaya başlıyor çünkü artık yeni, daha donanımlı ve daha güçlü arabalar var. Üstelik tüm tanıdığı yarışçılar da sahadan bir bir çekiliyor. En başta bu durumu kabullenmekte çok güçlük çekiyor ve sürekli daha iyi olabilmek için kendini hırpalamaya başlıyor. Bir nevi bunalıma girdikten sonraysa bir eğitim merkezine gidip orada eğitim almaya başlıyor. Buradayken bir şey fark ediyor: Ne kadar çabalarsa çabalasın, eskisi kadar iyi olamayacak. Yaptıkları kendini hırpalamaktan başka hiçbir işe yaramıyor. Ve o ana kadar aklından geçirmediği bir şeyi geçiriyor: Ya yarışmak yerine diğer nesile yardım etsem? Eğitmeniyle yer değiştiriyor ve eğitmenin öğrenci, öğrencinin eğitmen olduğu yeni bir dinamik görüyoruz. Mcqueen daha önce kabul etmediği bu durumu kabullenip yeni şeyler denemeye başlayınca, hayatın bitmediğini kabullendiğinde önünde hayal etmediği kadar eğlenebileceği ve mutlu olabileceği yeni bir yolu fark ediyor. Hatta bu filmin kendisi, bana bu yazıyı yazmak için ilham olan asıl şey.
Yaşlı Adam ve Deniz’e geri döndüğümüzde ise bir balıkçının av hikayesinde yaşlılığın, gençlikten önce de gelebileceği alt metninin farkına varabiliriz. Hikaye boyunca genç karakter, yaşlı karakter için bir yardımcı olmaktan, işlerini yapmasına yardım etmekten öteye geçemiyor. Aynı şekilde ihtiyarın adının Santiago olduğunu hemen öğrenirken gencin adının Manolin olduğunu kitap bitmeden hemen önce öğreniyoruz ve Arabalar 3 filminde de bir nevi aynı karakter sıralamasını görüyoruz: Önce yaşlı adam, ardından hikayeye hizmetçi ve adını sonradan öğrendiğimiz genç karakter, yani Cruz. Eminim ki kitap bu noktada bitmeseydi tıpkı film gibi yaşlı karakterin yardımıyla bir nevi daha öne geçen genç bir karakter okurduk ki buna da kitabın son kısmında artık beraber balığa çıkacakları söylenerek atıfta bulunuluyor. Kitabın başında gençliğin bırakılıp yaşlılığın kabulü ve getirebileceklerinin işlenmesi de bir örnek verilebilir.
“Gençler bilebilseydi, yaşlılar yapabilseydi…” diye bir söze denk geldim bunu yazarken. Gençlerin bazı şeyleri yaşam sürelerinden dolayı deneyimleyip bilme imkanları yokken yaşlıların bildiklerini gerçekleştirme imkanları yok. En iyisi birini bilmiyor birini yapamıyor diye ayırmak yerine iki kuşağı olabildiğince birbirine yaklaştırmak ve farklı özelliklerinden yararlanarak yaşlara bakılmaksızın birbirine saygı duyulan bir toplum inşa etmek. Sonuçta ne yaşlılık ne de gençlik birbiri olmadan anlaşılamaz, değil mi?
güzelmiş maviymiiş :)
YanıtlaSilÇok güzel bir etkinlik, tebrik ediyorum katılımcıları. Ben bu kitabı okuyup okumadığımı net hatırlayamadım. Sanırım filmini izlemiştim.
YanıtlaSilYaptığınız etkinlik çok kıymetli. özellikle her grupta farklı çocukların olmasına bayıldım çünkü böyle gruplar oluştururken öğretmen zaten okumayı seven ve bu işi kotaracak çocukları seçiyor. İlgisi olan çocuk zaten amacına kolay ulaşıyor ama belki okumayı bile sevmeyen, topluluk karşısında konuşmaktan utanan, korkusu olan çocuklar bu sayede çok yararlanmış oluyor.
YanıtlaSil