Selamlar,
O oldu, şu olmadı, bu gitti, bu kaldı derken, eylül gelmiş arkadaş. Hiç bu sene ki kadar aslında hiçbir şey yapmadığım halde, çok şey yaptığım bir tatilim olmamıştı :))
Madem geldi eylül hazretleri, hakkını vermek, domatesleri kavanozlardaki yerine almak lazım değil mi. Kış gelince yemeklerdeki alışık olduğumuz tadı yakalamanın formülü bu malum. Zor iş, bu konserve işleri. İnsanın araya yapmaktan zevk aldığı aktiviteleri sıkıştırması gerek zannımca :)) Bende galerime bakarken bir de ne göreyim, yazın Sivas'ta sevgili insta dostum Çiğdem'le yaptığım minik turu sizinle paylaşmamışım. Ne duruyorsun Mavi lale, yaz bir tatil yazısı daha dedim. Konserve şişeleri arasına minik bir mutlu an sıkıştır. :))
Bugün 4 Eylül madem, günün anlam ve önemine binaen, kongre binamızla başlayalım turumuza. Evet, meşhur Sivas Kongresinin yapıldığı bina işte burası. Bina aslında bir lise binasıymış. Sivas Erkek Lisesi. Meydanda bir etkinlik vardı, gördüğünüz gibi çarşı bayağ kalabalık. Bir de yakamıza yapışıp bizi salmayan bir virüsümüz var malum. Kalabalıktan uzak durmak adına çok yaklaşmadık binaya. Yoksa size, kapıdaki tabelayı çekebilirdim. Orada hala "Sivas Erkek Lisesi" yazıyor, yani orijinal hali korunmuş durumda. Şu an, müze olarak hizmet veriyor. Çiğdeme sözüm var, bir daha ki sefere ona içini de gezdireceğim. Sizinle de paylaşırım o vakit.
Bina uzun yıllar lise olarak hizmet verdi. Başta, erkek lisesi olarak düşünülmüş ama sonradan karma eğitim döneminde de lise binası olarak hizmet verdi. O zaman adı, Kongre Lisesiydi. Hatta ben Kongre Lisesi mezunuyum. Fakat malesef bizim dönemde bu binada eğitim alamadık. Binanın müze olarak kullanılmasına karar verilmişti. Kongre Lisesine yeni bir bina yapılmıştı. Yeni okul çok güzel bir binaydı. Size şöyle anlatayım, ben liseden 1993 de mezun oldum. Öğretmenliğe başladığım zaman, kendi lisemin imkanlarına sahip, lise binasında daha yeni yeni çalışmaya başladım. Beyaz tahta, tribünlü spor salonu, içinde tüm ekipmanları ile. Kızlara erkeklere özel, -içinde duşları dahi olan-, soyunma odaları olan bir salon. Cafeterya gibi kantin. Resim ve müzik sınıfları. Kocaman merdivenleri. Önde ve arkada geniş ve kullanışlı bahçeleri........... Özetle çok iyi imkanları olan bir okuldu. Zaten o dönemde Sivas'ın en iyi lisesiydi. Çok başarılı bir okuldu. Kongre Lisesi, Sivas'ta bir markadır. Gerçi şimdilerde o dönemdeki başarı grafiğini pek koruyamadığını duyuyorum ama hala güzel bir okul.
Burası, kongre binasının arka girişi. "Kongre Müzesi" tabelasını burada görüyorsunuz. Ama girişler ön kapıdan yapılıyor. Müze olduğu halde, tabelanın arkada kalması, müzeye ön kapıdan giriş yapılması falan karmaşa gibi görünse de, amaç, binanın aslını koruyabilmek. Yani, o dönemde lise binası olarak kullanıldığı bilgisini koruyabilmek.
İkinci durağımız Kale Camii. Böyle deyince, çok uzağa gittik zannedilmesin. Kongre binasının hemen karşısında kendileri. Çifte Minare ile aynı tarafta. Komşular birbirlerine. Tarihi 1580'e kadar uzanıyor. Osmanlı eseri yani. Hala aktif olarak kullanılan bir camii. Bu camiyi özel kılan bir detaydan bahsedeceğim size şimdi. Bu aynı zamanda ecdadın nasıl nahif insanlar olduğunun da bir göstergesi bence.
Camii minaresinin kaidesinde, böyle bir bölme var. Adı "Yitik Taşı" Sahibi bilinmeyen, buluntu eşyayı, bulan getirip, buraya bırakırmış. Herhangi bir şeyini kaybeden kişi de, gelip, ilk buraya bakarmış. Eşya kendisinin ise alır, değilse aramaya devam edermiş. Kibarlığa, nezakete, letafete bakar mısınız.
Şimdilerde, en zararsızımız, başını çevirip gidiyor. O eşyanın birine ait olduğu belli, kaybedenin üzüleceği aşikar ama bundan bize ne değil mi, düşürmeseydi. En iyimiz, en zararsızım bile malesef böyle düşünüyor. Halbuki, Peygamber efendimiz, "Müslümanlar bir bedenin organları gibidir, birine zarar gelse, tüm beden bundan etkilenir" demiyor mu. İşte, ecdada bu taşı yaptıran bu şuur.
Bunları efsane gibi dinleyip, sonrada rutine geri dönüyoruz. Bize bir aksiyon lazım. Bir aydınlanma dönemine ihtiyaç var. Nurettin Topçu'nun dediği gibi. bizim bir rönesansa ihtiyacımız var. Fakat batılı anlamda bir rönesans değil. Onlarda Rönesans, Pozitivizmi doğurdu. halleri ortada. Biz kendi özümüze dönüp, Anka gibi küllerimizden doğmamız lazım. Muhtaç olduğumuz, tüm kaynak var geçmişimizde, yeter ki bakmayı bilelim.
Tarihi Meydan; Buruciye Medresesi, Kale Camii, Şifahiye Medresesi ve Çifte Minarenin arasında kalan alanı. Belediyemiz bu şekilde düzenleyip, etkinlik alanı haline getirdi. Salgından önce, yaz akşamlarında, sinema keyfi, konserler, etkinlikler olurdu. Zaten yazları Sivas, etkinlik patlaması yaşar. Sivaslı pek sever, sokak etkinliklerini. Çoluk çocuk, kadın erkek, genç yaşlı, gece yarılarına kadar sokaktadır Sivas'ta. :))
Meydanda ki güzelliklerden biri de, bu kitap otağı. Tarihi meydandan basamakları çıkıp, belediye binasına doğru yöneldiğinizde, fazla uzaklaşmadan karşınıza çıkıyor. İçi kitap dolu. Çalışma saatleri içinde, ister kendi kitabınızı, istersen raflardaki kitaplardan birini alıp, asma kata çıktığınızda, meydanda ki tarihi binaların eşliğinde, okuyabiliyorsunuz. Binadan kitap çıkarmak yasak. Yani ödünç vermiyorlar. Zaten işin keyfi orada. Fırsat buldukça oradan kitabı alıp, üst kata çıkıp, manzaralı okuyabiliyorsunuz. Yeniden geldiğinizde kitabınız sizi bekliyor, kimse götürmemiş oluyor.
Son olarak, size "tek ağaç"tan söz etmem lazım. Öyle tarihi bir geçmişi yok. Yani bilinen yüz yıllık, bin yıllık ağaçlardan biri değil. Fakat sosyal bir değeri var. Bir Sivaslı ile, Sivas meydanda buluşacaksanız, büyük ihtimalle size, "tek ağacın altında buluşalım" diyecektir. İşte o tek ağaç, bu tek ağaç. :))) Kitap Otağından biraz yürüyüp, cadde üstündeki kaldırıma ulaştığında karşınıza çıkıyor ve hakikaten tektir. Karıştırmanız imkansız yani. Konum atsanız, bu netlikte buluşamazsınız ahbabınızla, o kadar yani :)))
sayende gezdik valla biz de :) domates ve paşabahçe mevsimi ha haa pekiiii :)
YanıtlaSilSivas'ı hiç görmedim. Dayım ben çocukken Gürün'de cumhuriyet savcısı idi. tatillerde Sivas'tan hediyeler getirirdi. Hediyelerin güzelliğinden belliymiş güzel bir şehir olduğu... / Oturduğum apartamnın yanında çok eski terkedilmiş iki katlı ahşap bir ev var. İnsanların el hizasında da da minik ve içeriye doğru derince bir penceresi var. Bir zamanların güzel insanları evlerinde pişen yemeklerden o pencereye koyar, aç biri oradan geçiyorsa alıp yesin, karnı doysun diye incelikli bir düşünce ile o incelikli minik pencereyi inşa etmişler. Her defasında bana bunu hatırlatması bile o inceliğin hem devamı hem de başka bir işlevi... Ben de kırık ahşap kapısının önüne kedilere köpeklere su ve yiyecek bırakıyorum her zaman. Ama çok isterdim o incelik biteceğine çoğalarak, değişerek devam etseydi günümüzde... Sahi bizi artık o eski güzel insanlara dönüştürebilecek köklü bir reform/rönesans her ne ise bu işi becerebilir mi? Nerede bulabiliriz o sihirli değneği? Acaba var mı ki? Varsa bile dokunacağı şey belki de sihrine karşı artık hissizleşti? İnsan insanı unuttu gitti. :(
YanıtlaSilsevgili Ruşyena, hoş geldin öncelikle. umutsuzluk bize yakışmaz. Rabbim ol derse, olur. 15 Temmuz'da gördük o gücü. zaten düşmanlarımızı yanıltanda, rutindeki bu dağınık görüntümüz. Türk'ün son aklı olsaydım, derler malum. o son akılda büyük çözümler geliştirmek bize mahsus. iyi düşünelim iyi olsun :) sevgiler
YanıtlaSilsevgili deep, domates şart :)) paşabahçe düşünsün, kendi tasarımlarımla geliyorum fena halde. :))
YanıtlaSil