1) Kimsin sen? Kendini ne kadar
tanıyorsun?
2) Sahi, nasıl tanırız kendimizi? Nasıl
buluruz hayattan ne istediğimizi?
3) Ne kadar gerçekten "ben"
olabiliriz acaba?
Selamlar!
Bu hafta ağaç ev sohbetleri, gelip bir köşe taşında durmuş. Din
ve felsefenin binlerce yıldır sorduğu en kadim soruda. İnsanın kendini araması
ve mümkünse bulması yolculuğu, sanatın her türlüsünü de ilham olmuş. Felsefe belki
“arkhe arayışı” yani “varlığın ana maddesi nedir?” sorusu ile başlamıştır. Ama
çok kısa süre sonra insanı kendine konu olarak seçmiştir. “Kendini bil” diyen
Sokrates, öğrencileri ile beraber kendini bulma yolculuğu yapmış. Sonu yetmiş
küsür yaşından sonra bir bardak baldıran zehri olsa bile “savunmayı” okuduğunuz
zaman görüyorsunuz ki o bu yolculuktan çok memnun kalmış.
Çağdaş filozoflardan Edmund Husserll’i “insan için en
bilinmeyen fenomen kendisidir” diyor. Ayrıca “insanın en önemli felsefi yolcuğu,
kendini bulma yolculuğudur” diyor.
Sartre “insan önce varolur. Özü sonradan ortaya çıkar” diyor. Hatta
“bu özün ortaya çıkmasında ona etki eden hiçbir güç yoktur. Kişi kendi yapıp
etmeleri ile kendi özünü oluşturur. Kendini inşa eder” demektedir.
Konuyla ilgili, felsefe tarihinde beni etkileyen ve hemen ilk
anda aklıma gelen filozoflar ve fikirleri bunlar.
"Kimsin sen" sorusuna cevap vermek için ömrü tamamlamak lazım. O yüzden “rahmetliyi nasıl bilirdiniz? sorusu, “kimsin sen” sorusunun
cevabı bence. Çünkü insanın “tamam ben oldum demesi” yaşarken imkansız. Üniversiteyken
Ziynet Hocamız vardı. Cemil Meriç’in
görüşlerini inceleyeceği bir bitirme tezi hazırlamaya karar vermiş danışman
hocasıyla. Rahmetli o zamanlar hala sağ. Hocaya mektup yazıp, durumu izah
etmiş. Desteklerini beklediğini yazmış. Hocadan gelen cevap müthiş. “Kızım ben
hala yaşıyorum, yarın kalkıp tüm söylediklerimin aksini iddia edebilirim. O zaman
senin çalışman boşa düşer. Sen vefat etmiş bir hocamızı seçersen daha kalıcı
bir eser bırakmış olursun. Çünkü rahmetlilerin bu dünyada kelamları bitmiştir.”
Günümüz insanın kendini tanımak dedikleri şey çoğu defa
egolarını keşfetmek oluyor. Kendi nefislerinden gelen istek ve arzuları ne
kadar yerine getirebiliyorlarsa o kadar “kendileri” olduklarını zannedip, birde
üstüne “maske takmıyoruz, olduğumuz gibiyiz” diye mutlu oluyorlar. Epiküros, “kişinin midesini değil, aklını ve
gönlünü besleyen hazzın, gerçek haz olduğunu” söyler. Yani sevdikleri için,
kendi zevklerinden vazgeçebilen insan, ezik değildir. kimliksiz değildir. Bilinçli
bir tercih olarak, sevdikleri mutlu olsun diye özel zevkinden taviz veriyordur.
Bu hal onu sadece yüce gönüllü yapar.
Kendi gibi olamayanlar, riyâkârlardır. Göz boyamaktan,
olduğundan farklı görünmekten mutlak bir çıkarı vardır ve bu beklenti kişiyi
ikiyüzlü yapar. Allah esirgesin.
Yunus Emre’nin;
İlim ilim bilmektir.
İlim kendin bilmektir.
Sen kendini bilmezsin,
Bu nice okumaktır.
Derken belirttiği “kendini bilme” hali aslında “haddini bilme”
halidir. Altı üstü bir fani olduğunu unutmamaktır. Allah'ın yanındaki üstün
makamından sonra, “lanetlenmiş ve kovulmuş şeytan” olan İblis, bu rezil hale
benlik davasından, haddini bilmediğinden düşmüştür.
Sokrates’in “kendini bil” ifadesiyle Yunus’un “kendini bilmek”
ifadesi bu anlamada özdeştir.
Rabbim hepimize haddi aşmadan tamam edeceğimiz ömür nasip
etsin.
Bu güzel evlat, bizim buradan Kayseri’den Ali Taşöz. Rabbim
şehadetini kabul etsin. Makamı âli olsun. Fatiha’mızı esirgemeyelim dostlar.
Selametle..
Bu yazınıza eklenecek bir söz bulamadım. Faydalandım, teşekkürler:) Ali Taşöz'ün ailesine sabır diliyorum. Yazık oluyor bu insanlara. Söylenecek o kadar söz var ki. Ama neye yarar?
YanıtlaSilbeğenmenize sevindim. ben teşekkür ederim. dünyanın çetin bir coğrafyasındayız. malesef evlatlarımızın acısıyla ödüyoruz.
YanıtlaSilcemil meriç anekdotu müthişti yaaa.
YanıtlaSilziynet hocam çok tatlıydı. bizimle paylaşmasa hayatta bilemezdik. sonuçta herhangi bir kaynakta geçmiyor. :)
YanıtlaSil