Pages

31 Oca 2020

ocak böyle geçti.

Selamlar
“Tutamıyorum zamanı” diyen şarkı nasıl haklı. Geldi gelecek derken 2020 ilk ayını bitirdi bile. Hadi değerlendirelim o zaman. 


Seviyorum;
Ocak yarıyıl tatilini içine alan bir ay.  Hem dinlenme hem de evladıma kavuşma anlamına geliyor. O nedenle pek severim kendisini. Geliyor olması bile bir heyecan, bir mutluluk yani. Özetle bu ara sevdiğim şey, sevdiklerimle doyasıya vakit geçirmek. 😊

Yiyorum;
Ara ara dikkat etmeyi başardığım dönemler olsa da maalesef, tatilin verdiği rehavet diyet döngüsünde istikrarı bozuyor. Sivas’a gidince patatesli mantıdan, etli ekmekten, Sivas Köftesinden yemeden gelinmiyor. Göbek çapındaki milimetrik artışlar santimetreye doğru gidiyor. Dikkat çanları çalıyor. Size diyeti delmiyorum dediğim günler, en kısa zamanda gelsin inşallah.

İçiyorum;
Her zamanki kadar kahve, bu ara vicdan rahatlatmak için yeşil çay. Ve giderek azalan su içme alışkanlığını yeniden kazanmak için, yeşil elmalı, çubuk tarçınlı detox suları içmeye çalışıyorum. 


Hissediyorum;
Aslında her şey çok güzel. Çok şükür Rabbime. Ama bu Elazığ’da ki depremde yaşanan kurtarma operasyonlarındaki duygusal anlardan olacak, bu ara her bir şeye gözlerim doluyor. 24 saat sonra çıkarılan 2,5 yaşındaki çocuk. Enkaz altında telefonla konuşan Azize, onunla konuşan Umke gönüllüsü. Bu insan hikayeleri beni duygusal anlamda çok etkiledi. Kim ne derse desin, medya hangi nobran tipleri gündem yaparsa yapsın, son tahlilde yurdum insanı gerçekten çok güzel özelliklere sahip. Artık şu “köpeğin insanı ısırması değil, insanın köpeği ısırması haberdir” anlayışından uzaklaşsak. Böyle güzel insanları konuşsak. Kötülerle mücadeleyi adalet sistemi yapsa. Biz güzellikleri görsek ya. Çok mu zor. 





Yapıyorum;
Vallaha, bu ara kimi bulsam başına, pardon ayağına çorap örüyorum😊
Beş şişle çorap örme, maceram hızla devam etmekte. Yeğenime kardeşime ördüğüm çorapların resmini bile çekemedim. Sizi bıktırmayım dedim 😊
Ama ne yapıyorsun sorusunun cevabı, hala çorap örüyorum 😊

Düşünüyorum;

Tatilde yeterince serkeşlik yaptım. Evi barkı, kıyı köşe temizlemeyi düşünüyorum. (Ev hanımı ben)
Pazartesi okullar açılıyor. Derse hazırlık yapmak lazım. (Öğretmen ben)
Şu başladığım iki çorabı bu hafta sonu bitirsem, son videosu kalan sofi karesini örsem. Onları yastık yapsam. (Hobi sever ben)
Şüheda’nın son haftası kaldı. Ona biraz yaprak sarması yapsam. Çocuk yurtta yer. (Anne ben) ve bla bla bla bla bla
Bakalım hangilerini başaracağım. 

Hayal ediyorum;
Yukarda düşündüğüm her şeyin en geç bir hafta içinde gerçekleşmesini hayal ediyorum. Çok çok güzel olurdu beeee. 

Dinliyorum;
Bir ara epeyce bloodwood filmi seyretmiştik. Kızlarla bir araya gelince yeniden o güzel şarkılar ve danslar hatrımıza geldi. Renkli ve oynak havalarla Hint ezgileri ve dansları popüler şarkılarım. 😊 

İzliyorum;
Haluk Bilginer’in aldığı ödülle dikkatimi çeken Şahsiyet isimli diziyi, kızımla seyredeyim diye ertelemiştim. Son bölümünü dün seyrettik. Dijital ortamlarda, sokak ağzını çok rahat kullanmaları insanı biraz iriite ediyor. Ama konun işlenişi, senaryo derinliği, oyunculuk anlamında gerçekten çok beğendim. Güzel düşünülmüş. Kötü karakter Cemal’in, burçlarla ilgili yaptığı tespitler mesela çok akıllıcaydı. Polis amirinin, görevden alındıktan sonraki, güvenlik duygusu ile ilgili yaptığı tespitler etkileyiciydi. Sevdim.


Okuyorum;
Bu ay iki kitap okuyabildim. İlber Ortaylı Hoca’dan hayatı nasıl yaşamak gerektiği ile ilgili tüyolar aldım.  Ayrıca blog etkinliği için Wirginia Wolf, Kendine Ait Bir Oda isimli kitap bugün bitti.  etkinlik için bir tanede Film var. Birazdan onu da seyredip. En kısa zamanda bir yorum yazısı hazırlayacağım.



                                                                                        Selametle….

30 Oca 2020

Ağaç Ev Sohbetleri 22



Ağaç Ev Sohbetlerinin bu haftaki konusu;

Blogger ve Youtube hakkında ne düşünüyorsun? İkisi de ayrı sosyal platformlar olmalarına rağmen Youtube'da daha fazla bir büyüme söz konusu.
  
Bu durumun nedenlerini değerlendiriyoruz.

F.Kafka; “İnsanın belli başlı iki günahı vardır, öbürleri bunlardan çıkar: Sabırsızlık ve tembellik. Sabırsız oldukları için Cennet'ten kovuldular, tembelliklerinden geri dönemiyorlar.” der, Aforizmalarda.

İnsan nefsi kolaycı. Olabildiğince az efor sarf edip, olabildiğince çok haz alma peşinde. Hem bu durum sadece günümüz insanı için geçerli değil, her dönem, her çağda bu böyle olmuş. Ama çağımız bu kolaycılığa fazlasıyla teşne. Hal böyle olunca you tube, sağladığı görsel ve işitsel ürünlerle, daha kolay tüketilebilmekte. Blogger ise ciddi bir emek istiyor. Bu da genel tercihin you tube’ dan yana olması sonucunu doğuruyor ister istemez.

You tube, benimde kullandığım bir platform. Tabi bir youtuber değilim 😊. Sadece merak ettiğim içerikleri, seyrediyorum. Örneğin bu ara 5 şiş çorap örme videolarına bakarak, daha önce denemediğim çorap örme işini geliştirebildim.  😊

Ama anlam veremediğim o kadar fazla içerik var ki. Mesela yeğenimden gördüğüm kadarıyla, birileri herkesin ulaşıp, oynayabileceği, dijital oyunları oynuyor. Bu oyunu oynarken, videosunu çekiyor, çocuklar, oyunu kendileri oynamak yerine, bu videoları seyrediyor. Ya da yaptığı market alışverişini tanıtan hanımlar. Hatun kişi, sokağındaki markete gitse ulaşabileceği, fiyatları ve ürünleri youtuberdan seyrediyor. Bu durumun bir mantığı varsa da ben anlayamıyorum maalesef.

Bloglar ve içerikleri çoğu kere, insanı okumaya, sorgulamaya, anlamaya sevk ediyor. Bunlar kolay işler değil. O yüzden you tube ile yarışa girmesi beklenemez zaten.

Sosyal medya platformlarının hepsi, kendi kullanıcı kitlesinin karakteristik özelliğini yansıtıyor sanırım. Bu anlamda bloglarda kendi kitlesini yansıtıyor tabi ki.

Selametle….




26 Oca 2020

tatil zamanı

                   Selamlar
Malumunuz yarıyıl tatilinde bir öğretmenim. Aslında bir yaz çocuğu olarak, kış aktivitesi denince aklıma gelen, sıcak evde oturup, mümkünse kar manzarası seyretmektir. Bu sene olduğu gibi kar bir türlü yağmıyorsa, evde oturup, bilumum sıcak içecek tüketip, kitap okumak ya da film seyretmektir. İşin özeti evde pineklemektir. Ama annemle başka şehirlerde yaşıyoruz. Öyle olunca annemi ziyaret etme isteği, tembellik yapma isteğimin önüne geçiyor. Ve her yıl birkaç günde olsa Sivas’a mutlaka geliyorum.
Hazır gelmişken sevdiğim mekânları gezmek güzel oluyor tabi. Bundan daha güzeli, yeni mekânlar keşfetmek oluyor. 


 Kardeşimle önce sosyal medyada keşfettik. Adı hookah90’lar. Mekâna ilk girişte hayal kırıklığı yaşadık. Sigara içenlere özel duman altı bir yer gibi geldi. Tam çıkacaktık, görevlilerden birine denk gelip, sigara içilmeyen bölüm var mı diye sorduk ve bizi bu harika kısma indirdi. 



 Beğendiğiniz bir köşeye çekilip, kitabınızı okuyabilirsiniz. Kimse sizi rahatsız etmiyor. Sipariş için tepenizde dönen garsonlar yok. Siz bir şey söylemek isterseniz, masalardaki telefonla yukarıyı arayıp, sipariş veriyorsunuz. Girişteki keşmekeş ve duman altı kısımla alakası bile olmayan, tertemiz bir yer. Burada vakit geçirmek son derece keyifli. Daha geniş bir vakitte, yeniden uğrayacağım yerler arasında. 






 Sevgili Derya ile çorap örme seferberliği başlatmış gibiyiz. Değişik yöntemlerle çorap örme denemeleri yapıyorum bu ara. Selmacığımın bloğunda yaptığı açıklama ile 5 şiş çorap örmeyi denedim. Yılın biten ilk kitabı ile birlikte poz verdik. İlber Hoca’nın kitabı yer yer beni hiç ilgilendirmeyen konulara da yer verse, genelde severek okudum. Bazı film önerini not aldım. Bu sene daha çok film seyretmek istiyorum. Çünkü ciddi ciddi ilgimi kaybetmiştim. Yakalamaya çalışıyorum.


Bu arada çorabım bitti. Sivas’ın soğuk havasında hizmet vermeye başladı bile J


Sevgili gonca ve mor düşler kitaplığı’nın başlattığı her aya bir film, bir kitap etkinliği için Wolf okumaya başladım. Umarım ay sonuna yetiştireceğim.



Pazartesi günü eve döneceğim. Tatil dediğin kutlu zamanlar bitmek üzere malum. Yeni okul, yeni heyecana hazırlanmak lazım.
Selametle…

22 Oca 2020

ağaç ev sohbetleri 21



 Selamlar
Ağaç ev sohbetlerinin 21. Sevgili deep tone’un tercihi.
Haftanın konusu: "Yeni mi, eski mi? Yeniyi mi seversiniz, eskiyi mi? Eski düşünceler, müzikler, filmler, kitaplar, eşyalar, duygular mı yoksa yeniler mi? Dün mü bugün mü? Geçmişi mi özlersiniz, bugünü mü yaşarsınız? Nostaljik misiniz, güncel mi? Yeniliklerden yana mısınız, eskiyi mi korursunuz?"

İnsan ne dünden ibarettir. Ne yarın kaygısı ile yaşamalı ne de sadece şu andan ibarettir. Zaten yaratılmışların en ilginçlerinden biridir zaman. Bazen bir asır geçmiş gibi hissedersin, aslında 1 saat bile geçmemiştir. Bazen dün gibi dediğiniz anlar, on yıl önce yaşanmış olabilir. Zaman algısı bu kadar değişken olunca, zaman algısından kaynaklanan eski ve yeni kavramları da tartışılır hale geliyor bence.
Örneğin;
Dost cemalin benzer güneşe aya
Bakamam yüzüne yandırır beni
Aşığı kül eyler sendeki ziya
Gonca güller gibi soldurur beni
diyen bir türkü her devirde sevenin hissiyatını dile getirir.

Yeni ya da eski algısının kişinin tercihleriyle çok alakası vardır. İnsanın sevdiği beğendiği şeyler, her daim yenidir, fi tarihinden kalsa bile 😊
Bu şerhimi baştan belirteyim.

Kitaplar konusunda; yeni basılmış bir kitabın kokusu beni çok mutlu eder. Ama ikinci el aldığım kitapta daha önce altı çizilmiş yerler, üzerine alınmış notlar varsa, onları okumak, onlara dokunmak da beni mutlu eder.
Müzikler konusunda, yeni şarkılardan pek haz aldığım söylenemez.  😊
Filmler konusunda daha önce görmediğim ve dikkatimi çeken tüm filmler benim için seyredilebilir.

Eşyalar konusunda, antika sever biriyim. Bazı eski mobilyalar, porselenler acayip güzel. Hatta küçük bir fincan koleksiyonum bile var. 



Geçmişi çokça anmak,” âh nerede o eski günler” diye sızlanmak biraz an’dan kaçmaktır bence. O insanların özlediği aslında kaygısız zamanlarıdır. Geçmiş üzüntü, geçmiş acı görevini tamamlamış ve geçmiştir. O anlardan kalan sadece tecrübedir. Ama şimdiki zamanın acısı, üzüntüsü gramı gramına hissediliyordur.  Öyle olunca geçmiş zaman kutsal bir zaman dilimiymiş gibi hatırlanabiliyor.  😊
Hayatı bu şekilde sızlanarak geçirmenin kimseye bir faydası yoktur.  Geçmişin hayattaki misyonu arabadaki dikiz aynasının misyonu gibidir. Sürekli dikiz aynasına bakarak, araba kullanamazsınız.  Dikiz aynasına ihtiyaç duyduğunda anlık bakarsın ama önüne bakmak trafikte ilerlemenin ilk kuralıdır.
Selametle….


19 Oca 2020

hafta sonu böyle geçti.

                                                        Selamlar
Tatil plansız ama güzel başladı. Yıllardır her ay toplandığımız gün grubumla, kahvaltıda buluştuk. Çok seviyorum bu grubu. Farklı yaşlardan ve farklı yaşamlardan oluşan bir grup. Öyle olunca çok renkli sohbetler dönebiliyor. Birkaç defa kahve içmek için uğradığımız bir mekandı. Ama kahvaltısı, kahvelerinden çok daha güzeldi 😊


 Dost meclisinden sonra, hazır benim minimal çekirdek ailem bir aradayken, aile saati yapalım dedik. Sevgili Mehmet Bozdağ’ın ilk filmi olan Türkler Geliyor filmine gittik. 


Filmin dili basit ama destansıydı. Müzikler, görseller iyiydi. Biraz yakın tarih bilen, birazda tarihe meraklı biriyseniz, ince mesajları alıyorsunuz. Yani o anlamda senaryo derinliği de vardı. Deliler filmindeki gibi muhteşem bir görsel şölen beklemeyin. Biraz Malkoçoğlu filmlerinden biri modern imkanlarla çekilmiş hissi uyandırıyor. Ama ben zaten Malkoçoğlu filmlerini de severdim 😊


 Hikâye, Boşnaklar üzerine kurulunca, mavi kelebek ayrıntısı gayet iyiydi. 
Lisedeyken harika bir Tarih öğretmenim vardı. Sivas Kongre Lisesi’nde Bülent Bulut. Bize derdi ki “Avrupalı uzun yıllar Türk kimliğini, Müslüman kimliği ile özdeşleştirmiştir. Yani Türk derken kastı Müslüman olan herkestir.”
Filmde küçük Boşnak çocuğunun “bende Türk olacağım” repliği, o dersi hatırlattı bana. 😊
Velhasıl-ı kelam, sevdim filmi. Hazır 15 tatilindeyiz, çocuklarını götürün, sizde izleyin derim. Yalnız 10 yaş sınırı var, bilginiz olsun. 


 Aralık ayını değerlendirirken, diktirdiğim pazen elbiseden bahsetmiştim. sevgili pelin pembesi nerede fotoğraf demişti haklı olarak. işte efendim; benim, minnoş, sevimli kırmızı çiçekli fistanım. :) cumartesi günü, kızım içinde ölçü verdik. o da çok sevimli bir desen. bakalım onun sonucu nasıl olacak. 



Bugün bahçeli minik ev hayalimiz için arayış günüydü. Elimizde bir iki alternatif, sonra bunlara da alternatif üçüncü bir fikir var 😊 kısmet bakalım.

Yarın tatilin ilk günü sayılır. Dışarıdaki  kendini kar zanneden yağış türü abartmazsa, Erciyes Dağı’na gerçekten kar görmeye gideceğiz. O da kısmet bakalım 😊

Hadi selametle….

16 Oca 2020

mavi lale'nin hikayesi



Sevgili Deep Tone, bugün beni mimlemiş. Soru, blog yazmaya nasıl başladın? Aslında bende bugünlerde, blog yazması için kızımı ve arkadaşını yüreklendirirken konuşmuştuk bu konuda. Yani güzel denk geldi.
2010 yılıydı. Bitlis’in Tatvan ilçesinden, Kayseri merkeze tayin olmuştuk. İnterneti mesleğim gereği kullanmaya başlamıştık ama şimdiki bir alışkanlığa dönüşmemişti. Yani hala pasta börek yapacaksam, tarif defterine bakıyordum. 😊 
Tatvan’da yoğun bir gerçek sosyal ortamım vardı. İnsanlar ufak ufak facebook falan kullanıyordu ama beni neredeyse hiç cezbetmiyordu.  Hobilerim bile eski anam babam usulüydü. Komşunun kızının sırtındaki kazağı mı beğendim, “dur modelini alayım” modundaydık. Lojmanda konu komşu oturup, uzun kış gecelerinde kazak, hırka, yelek örerdik. Şimdi böyle yazınca; kendimi Yeşilçam filmi anlatır gibi hissettim 😊 😊 . Ama durum ciddi ciddi öyleydi.
Sonra Kayseri’ye geldik. Ben öyle kolayca kaynaşabilen insanlardan değilimdir. Ortamımda değişince kendimi bayağ yalnız hissettim. İnternet o dönemde hayatıma daha fazla girdi. Boş durmaya asla tahammülü olmayan bu bünye, nette hobileriyle ilgili arayışa girdi. Örgü formlarıyla o süreçte tanıştım. O formlarda karşılaştığım arkadaşlarımdan biri, blog açmam gerektiğini, seveceğimi söyledi. Ben öyle çok iyi bir bilgisayar kullanıcısı değildim. Hala değilim. Yaş 45, alanım sosyal bilimler. Okumak konuşmak tartışmak daha benlik konular. Teknik anlamda hala blog acemisiyim. O yüzden başta beceremem ben o işi dedim. Ama arkadaşım beni ikna etti. O dönem Nazan Bekiroğlu’ndan Mavi Lale isimli kitabı okuyordum. Bu arada bayılırım kendisine, kalemine, okumadıysanız şiddetle tavsiye ederim. Bütün kitaplarını 😊
Bloğumun adı o nedenle Mavilaleden. Başta formlarla paralel paylaşımlar yapıyordum. Ama bu süreçte çok güzel insanlarla tanıştım. Örgüçantam hatice, suzan bucanni, banuca işler. İlk aklıma gelenler. Bu süreçte örgü formları ile irtibatım sürekli devam etti dediğim gibi. Formda hatunların model üstünden didişmeleri, bazen komik olup güldürüyordu.  Bazen irite ediyordu. Ama hobilerim ekseninde çok geliştim. Bilmediğim teknikler denedim, öğrendim.
Ben uzun yıllar facebook'a direndim. Ama instagram beni kopardı bloğumdan 😊 oradaki kolaylık ve hız birkaç zaman beni de etkiledi, yalan yok. Ama blog yazmanın keyfi sanırım hiçbir gelip geçici sosyal ortamda yok. Hala rahmetli Banu’nun bloğuna giriyorum ve her seferinde hem çok şey öğreniyorum hem de bloğu açtığıma şükrediyorum.  Çünkü Banu Allah’ın rahmetine gitti ama bize bıraktığı hoş sedâ halâ bizimle.  
blog açma macerasını bize anlatmak isteyen herkesi okumak çok keyifli olabilir. özellikle bu ara hep beraber çorap ördüğümüz Deryacım, nasıl başladın bu işe... 
selametle...

15 Oca 2020

Pazenlendik :)

selamlar
çok güzel bir gün geçirdim. eski komşum eskimeyen dostum Nazilecan dikiş makinasını kaptı, bana geldi. ve cânımm sepetlerim pazenlendi. :) 




 ekmek sepetini nasıl yapacağımızı bilemedik önce. sonrada gerekirse kolayca çıkarıp, takabileceğimiz bir şey olsun istedik. sonuç nasıl oldu bilmem ama ben sevdim.


bu çekmeceleri kullanmak, artık daha eğlenceli olacak.


pazen artınca eski dantellerle doğaçlama bir kombin yaptık. aslında bu tarz bir tane daha çıkardı. ama artık çok yorulmuştuk. o da bir daha ki sefere inşallah. bir kaç gündür, bu diyet muhabbetine çok uygun beslenirken bugün aşırı tatlı bir ara verdik diyete. :) kurabiye sevgili kızımın marifeti. pasta benim. bu konseptte kahve olmazsa olmaz malum.


birde tabaksız, safiii halini görün istedim. bir yeri hafif eğri olmuş ama varsın olsun dedik. belki bir daha ki sefere onu da söker düzeltiriz. canımız isterse.


bu arada ekşi mayalı ekmek için hamurda yoğurmuştuk. akşama onlarda çıktı fırından. ben biraz yanık seviyorum. yakmadım yani :))

şu an acayip yorgunum. ama değdi. çok verimli bir gündü. nazile ile geçen her gün zaten böyle verimli. bazı insanlar var iyi ki hayatımda dediğim. tatilin yaklaştığı bugünlerde tatille ilgili bir planımın olmadığını fark ettim. bu iki gün biraz düşüneyim üstüne bunun. hadi selametle...

13 Oca 2020

Ağaç Ev Sohbetleri 20



Kul kurar, kader gülermiş. Bu hafta ve gelecek hafta ile ilgili planlar kurup duruyorduk neredeyse bir aydır.
Kardeşim yüksek lisans yapıyor, kızım lisans eğitimi alıyor. İkisiyle de mecburen başka başka şehirlerdeyiz. İkisinin de finalleri geçtiğimiz cuma itibariyle bitecekti, benim dönem sonu işlerim hafifleyecekti ve biz bolca gezip, bir dizi bitirip, hobilerimize ve birbirimize zaman ayıracaktık. Ve ölüm bu soğuk kış gününde, en soğuk yüzüyle gelip, “ey gafiller ben buradayım” dedi. Dayımın hanımı perşembe akşam vefat etti.
Tabi biz apar topar memlekete gidip son görevimizi yerine getirdik. Cumartesi günü akşam eve dönebildim. Sevgili deep tone bana ağaç ev sohbetiyle ilgili konu belirleyebileceğimi söylediğinde, zihnimde dönen tek şey, ölüm ve kayıp üzerine yazmak oldu. Çok sevimsiz bir konu olacak belki ama, katılmak isteyenler ile;
Ölüm kavramı sizin için ne anlam ifade ediyor? Genelde sevdiğiniz bir insanın vefatı, özellikle de annenin vefatı ve hissettirdikleri üzerine yazalım diye düşündüm. Buyurun bakalım benim yazıya…

“Ölümün yüzü soğuk” derdi babaannem. Ölüm herhangi bir durum ya da olay değil. Şahit olduğunuz her vefat, sizin de bir durup, kendinizi sorgulamanıza neden oluyor. Şu yalan dünyada gerçeği, en gerçeği idrak ettiğimiz daha muhteşem bir an yok sanki. Birkaç gün önce, birlikte yiyip içtiğiniz, gülüp eğlendiğiniz insan, mahşere kadar bir daha karşınıza çıkmayacak. Bir daha oturup, bir bardak çay içemeyeceksiniz. Bunun duygusuyla baş etmek çok zor.

İnsan tarihin ilk dönemlerinden beri, sonsuz yaşamın peşine düşmüş. Tarihin ilk yazılı destanı olan Gılgamış Destanı’nda Uruk kralı ölmemenin çaresini arıyor. Ama halk arasında çokça bilinen ve babaannemin dinlediği ilahide dediği gibi ölüme çare yok.
( Gururlanma insanoğlu,
Ölmemeye çaren mi var?
Hazan görmüş bir gül gibi,
Solmamaya çaren mi var?)

Ölüp gideceğimiz, bu kadar net iken, içimizdeki bu sonsuzluk hissi ve arayışı nedendir acaba?
Bence bunu nedeni, aslında ölümsüz oluşumuz. Yunus Emre, pîr’imizin dediği gibi; “ölürse hayvan ölür, canlar ölesi değil”



İnsanın baş etmekte en çok zorlandığı konu; sevdiğinin hele de annesinin vefatı. Çok şükür benim annem yaşıyor. Ama hafta sonu kuzenlerim annesini kaybetti. Dört tane; kendisi anne baba olmuş, yetişkin insanlar kuzenlerim. Ama cuma günü yüzlerinde gördüğüm ifade, “parkta düşüp, dizinizi kanatırsınız.  Acıyla etrafınıza bakarsınız ve o an annenizi göremez, daha çok paniklersiniz. Anneniz elinizden tutup, kaldırana kadar korkuyla etrafa bakar, ağlayamazsınız bile ya” tam olarak öyle bakıyorlardı etrafa. 30 yaşını geçmiş kocaman insanlar, yaralı bir yavru gibiydiler. Çok büyük acı….
Sobalı evde büyüyenler bilir, hani küçük çocuklar sobanın tehlikeli olduğunu akıl edemezler, odadaki en dikkat çekici nesne olarak etrafında dolanır, dokunmak isterler.  Evdeki büyük, kontrollü bir şekilde sobaya dokundurup eline çeker. Eli yanan çocuk bir daha sobaya yaklaşmaz, korur kendini. Ya da ergenlik döneminde, herkese inanıp güvenir, bunu sonucunda üzülür acı çekeriz. İnsanların bir kısmının güvenilmez olduğunu bu şekilde öğreniriz hani. Çocukken yaşadığımız bu bedensel ve psikolojik acılar bizi yetişkinlik yaşantımıza hazırlar malum. Bence sevdiğimiz insanların vefatları da bizi başka bir alemdeki hayatımıza hazırlıyor. Bu acıları çekmeye ve olgunlaşmaya ihtiyacımız var, belli ki.
Babaannemle başladım, onunla bitireyim. “Yavrum ölüme çare yok, Rabbim sıralı ölüm versin” derdi. Şimdi daha çok anlıyorum ne demek istediğini. Onun duası kabul oldu. Allah bize de nasip etsin inşallah, böylesini.
Yine, Yunus Emre pîr’in dediği gibi;
“Bu dünyada bir nesneye yanar içim göynür özüm
Yiğit iken ölenlere, gök ekini biçmiş gibi”

Allah, gençlerimizi korusun. Böyle acılara düşenlerde, sabrını ihsan etsin.

Konu biraz iç acıtıcı oldu ama insan duygu olarak, yaşadıklarının ötesine gidemiyor maalesef.
Selametle…

8 Oca 2020

Ağaç Ev Sohbetleri 19




Sevgili Hatice’nin aktif blog listesi bugünlerde benim kaynağım haline geldi. Madem yeniden blog yazacağız bu işi aktif yapan insanları okumakta takip etmekte fayda var değil mi? 😊,


Bu Ağaç Ev Sohbetleri dikkatimi daha önce çekmişti, ama konunun yakın zaman dost sohbetlerimizle denk düşmesi sanırım ilk defa yazma hissi uyandırdı bende. 

          Kadın ve erkek arasında duygusal* cinsel bir yakınlık olmaksızın gerçek bir dostluk olabileceğine inanıyor musunuz? Olursa nasıl olur? Yakın mı, mesafeli mi? Eğlenceli mi, sıkıcı mı?


Ben bir lisede felsefe grubu öğretmeniyim. Yani kitlem her daim 17. 😊 Böyle olunca gençlerin davranışlarını gözlemek takip etmek benim işim. Tabii insanın hatırları kişiye kıyas imkânı sunabiliyor. Kendi gençlik dönemimizdeki ilişkiler ile bu dönemin ilişkilerini karşılaştırabiliyorsun.

Konuyu başta çok dağıttım ama maksadım yazdıklarımın temelini baştan izah etmekti. Şimdi konuya dönecek olursak, kadın ve erkek yüce yaratıcının, farklı fıtrat özellikleri ve yeteneklerle donattığı ve birbirine eş ettiği iki canlı türü. Neslin devamı anlamında bu canlı türlerinin arasında beşeri bir münasabette şart. (Beşer, deri demek arkadaşlar.) ama insan sadece beşer değildir. Beşerin üstünde bir candır. Bizi biz yapanda zaten işte o candır. Bence cinsiyeti olan, beşerdir. İnsanın cinsiyeti yoktur bu anlamda. Kişiler eğer temiz bir ahlak üzere kendi gelişimlerini devam ettiriyorsa, dostun kadını erkeği olmaz. İnsan ilişkilerinin belirleyicisi bence AHLAK,tır cinsiyet değil.

Başta yaşım ve mesleğim açısından eski ve yeniyi kıyas edebildiğimi söylemiştim.  Biz lisedeyken, kimse sınıf arkadaşlarından biriyle flört etmeyi düşünmezdi. Sınıf arkadaşın şimdinin tabiriyle kankandı. Oğlanın biri rahatsız etse, hemen bizim çocuklara söylememiz gerekirdi. Kendi başımıza halletmeye çalışsak, azar işitirdik. “Biz burda eşşek başı mıyız” derdi, Fatih mesela. 😊

Üniversiteden sınıf arkadaşımla aynı okulda çalıştık, 4 yıl. okuldayken, ortak ödevler yaptığımızda hep aynı grupta olurduk Nuh’la. Şimdinin tabiriyle sürekli partnerdik. Ne üniversite yıllarımızda ne de aynı okulda öğretmenlik yaparken ilişkimiz dostluktan ötesi olmadı. Önce ben evlendim, sonra Nuh. Ne benim eşim ne de Nuh’un eşi bizim dostluğumuzu abes karşılamadı. Ayrıca bizler, aman aman rahat çevrelerin insanı da değiliz. Bildiğin yurdum insanıyız. Hem ben hem Nuh, hem de eşlerimiz. Diyeceğim şu; insan edebine dikkat ettikten sonra, dostun kadını erkeği olmaz. Ama şeytana ve fitneye fırsat verecek, her türlü tutum ve davranıştan uzak durmak şart.

Şimdi lise çağında çocuklar arasında maalesef çok kötü ilişkiler var. Mesela iki kız kavga ediyor. Bir araştırıyorsun, birinin sevgilisinin sosyal medya hesabına diğeri yorum yazmış. Hem de öyle özel bir şey değil, sadece yorum. Tepki inanılmaz. Çünkü, kız ne sevgilisinin ne de o kız arkadaşının ahlakına güvenmiyor. Büyük ihtimal kendisi de benzer bir yöntemle oğlanı tavladı. ( bu da biz yaşlıların anlamakta zorlandığı bir konu. Eskiden kızlar tavlanırdı. Şimdi oğlanlar tavlanıyor. Ahahha. )

İşin özeti, bir kadınla bir erkeğin arasında duygusal ve cinsel anlam içermeden dostluk yapılabilir mi? Bence yapılamaz. Siz karşınızdakine kadın ya da erkek diye baktığınızda, şeytan iş görmeye başlar çünkü. Karşınızdaki “sadece insan” olduğunda, işte o zaman, iki insan arasında gerçekleşebilecek ilişki biçimlerinden biri olan dostluk, elbette mümkün hale gelir.

Bu türden dostluklar, kolay kurulamıyor. Dostluk, ortak ilgi ve merak alanlarına sahip olmayı gerektirir. Fıtrat olarak farklı yaratıldığımız için, bu ortak noktayı yakalamak zor olabiliyor.

Peki böyle bir dostluk “şart mı” diye soruyorum kendime. Farklı bakış açılarını görebilmek için olsa elbette iyi olur. Ama yoksa da çok dert değil yani. Bence biz kadınlar o kadar renkli bir portföye sahibiz ki, erkek bakış açısı bize ne katacak şaşarım 😊

Selametle….





4 Oca 2020

iki şişle çorap nasıl örülür?


selamlar
bir süredir gündem olan çorapları, dilim döndüğünce açıklayacağım. bazı kısımlar için aslında video çekebilsem çok çok iyi olacaktı. ama şartlar müsait değildi. gerçi özellikle dikmeden önceki hali örgü bilenler için epey net aslında. ben anlatmayı becermem, lafı dolandırırsam ürkmeyin, fotoğraflara dikkatli bakın, yeterli olacaktır. yaparken takılan olursa, gönül rahatlığı ile sorabilir. hadi bakalım başlayalım.
MODELİN AÇIKLAMASI 
İp,ören bayan dora, bonbon lüks gibi, dayanıklı iplerden seçilirse, patik daha uzun ömürlü olacaktır. 
şişim 3 numara, eliniz gevşekse 2,5 numara ile örün. sıkıysa büyütmeyin. sıkı örgü patikte iyidir. :) 

 15 ilmek atarak çorabın ucundan başlıyoruz. bir sıra ters örüyoruz.
düz sırada ilmekleri şöyle düzenliyoruz. 4 ilmek düz ör, bir artır. 1 ilmek düz ör, bir artır. 5 ilmek düz ör, bir artır. 1 ilmek düz ör bir artır. 4 ilmek düz ör. ( artırma işlemini her zaman nasıl yapıyorsanız o şekilde yapabilirsiniz. yalnızca örgünün iki başındaki merkez ilmekleri karıştırmayın o yeter)
arka sırada tüm ilmekler ters örülecek. artırmalar hep ön tarafta.
örgünün iki kenarındaki, sağında ve solunda artırma işlemi yaptığımız ilmeği merkez alıp her ön sırada o ilmeklerin sağında ve solunda artırma yapıyoruz.
bu işlem çorabın ne kadar olmasını istiyorsanız o kadar devam edecek. mesela bu çorap 38 numaraya olur ve 11 defa artırma yapıldı. aşağıdaki kuzulu çorap 37 numaraya olur. 10 defa artırma yapıldı gibi. her numara büyütmek veya küçültmek için bir artırma eksik yada fazla yapmamız gerekir.
bu şekilde çorabın ucu bitti.

artırma işi bitince, ayak kısmını dilediğiniz şekilde yapabilirsiniz. ya beğendiğiniz bir şablonu uygulayın. ya da farklı renklerle çizgiler şeritler yapabilirsiniz. dilerseniz dümdüz de örebilirsiniz.
ben, toplam 28 sıra ördüm topuğa kadar.
aşağıdaki fotoğraf yardımcı olacaktır.
burayı kendi ayağınıza ölçerek ayarlayabilirsiniz.

 28 sıradan sonra çorabın topuk kısmını örüyoruz. topuğu örgünün iki tarafında yarım yarım öreceğiz. dikince tam bir topuk olacak :)
kırmız çorapta ilk merkez ilmeğe gelene kadar 15 ilmek vardı. o kısım bizim topuk oluşturacağımız yer. (yani büyük ya da küçük ördüğümüzde dikkat edeceğimiz yer burası) merkez ilmeklerin ortası ayağın üstü kenarları ayağın altına gelen kısım.
kırmızı çorap üzerinden anlatıyorum. 15 ilmek düz örüp dönüyoruz. arka sıra başa kadar ters. ön sırada 14 ilmek örüp dönüyoruz. arka sırada yine tüm ilmekler ters. bu mantıkla hep bir ilmek eksik bırakarak 7 defe bu işlemi yapıyoruz. topuğun yarısı oluştu.
yalnız burada dikkat edilmesi gereken bir yer var işte burası için video çekebilsem çok iyi olacaktı ama dikkatli okursanız halledeceğinize inanıyorum.
bu geri dönüşlerde delik oluşmasın diye bir yöntem kullanıyoruz. ilk sıradaki ilmek sayısı ile anlatıyorum. her seferinde yapılacak.
15 ilmek düz ördük, 16. ilmeği örmeden alıp, dönüyoruz. arka sırada örmeden aldığımız ilmeği yine örmeden diğer şişe geçiriyoruz. yalnız ipi ilmeğin etrafından geçirip ters örmeye başlıyoruz.
diğer sırada bu defa 14 ilmek örüp 15. ilmeği örmeden alıp ipi ilmeğin etrafından dolandırıyoruz. her sırada bunu yaparak delik oluşmasını engelliyoruz.
önceki yayınların birinde örgü nihale açıklamıştım. o postta bir you tube videosu var. seyretmeniz faydalı olacaktır.









az önce yaptığımız işlemleri tersinden
yaparak, topuğun yarını tamamlıyoruz.
7 defa yapınca şişin başında 9 ilmek kalacak.
10 ilmek ör dön,11 ilmek ör dön şeklinde simetriyi oluşturalım. bir sonraki ilmeği boş alıp ipi etrafında dolandırırsak, topukta delik oluşmaz. bu ayrıntıyı unutmayalım.



















topuğun yarısı tamamlanınca örmeye devam edip, diğer başa geliyoruz. aynı işlemleri bu taraftada tekrarlıyoruz. bu şekilde topuk tamamlanmış oluyor.









topuklar tamamlandığında çorabın boğaz kısmı yine tamamen sizin tercihinize göre şekillenir. istediğiniz uzunlukta ve desenle örebilirsiniz.
dilediğiniz uzunluğa gelince, 13-15 sıra lastik örüp, tamamlıyoruz.
yanda çorabın dikilmeden önceki hali var. örgüyü iyi bilenler için zaten her şeyin özeti gibi :)


çorabı dün bitirdim ve sabah kar bana sürpriz yapmıştı. ;)



bugün gayret edip, kuzuların sessizliğini de bitirdim. dışarıda biraz yürüyüş yapalım demiştik. bacaklarım soğuktan morarmış resim çekinince fark ettim. :))

gerçi pinterest çok iyi bir kaynak ama ben kullandığım şablonları da buraya ekliyorum. çorapların aynısını yapmak isteyenler için pratik olsun.



umarım yeterince açıklayıcı olabilmişimdir. hayırla kalın efendim.
selametle....