Selamlar
Ağustos ayı, benim etkinliğim açısından açıkları kapatma ayı olacak inşallah. Dün ve bugün Julianne Moore'dan iki film seyredildi. Birkaç gündür, Kemal Sayar'dan okuduğum Ruh Hali kitabını yeniden gözden geçirdim ve sanırım artık etkinlik yazımı yazacak kıvama geldim,
Bugün hava gayet güneşli ve güzel ama geçtiğimiz iki hafta ağustosta pek alışık olmadığımız kadar kapalı ve yağışlı geçti. Orman yangınları ile mücadele devam ederken ilaç gibi gelen yağışlar, baş tacıdır. Fakat aynı yağış, Kastamonu'yu yakıp yıktı. Hepimiz gerilimi artmış bir ruh hali içindeyiz. Elimdeki kınalar gibi soldu yaşam enerjimiz. Ama insanız bize umutsuzluk yakışmaz. Yaşananlardan ders alıp, yaraları sarmak için el vermek lazım.
Felaketlerin bu kadar üst üste gelmesi hepimizi sarstı. Naçizane yorumum, İnsan haddi aştı, çağın insanı kul olduğunu unuttu. İnstagramda bir arkadaşın hikayesinde gördüm, Bu meşhur Tesla'nın sahibi efendi, parasını ödeyen şirketin reklamını gökyüzüne yazma hayali kuruyormuş. Düşünsenize evinizin balkonundasınız, şöyle bir nefes alayım diyorsunuz, başınızı göğe çeviriyorsunuz. orada "trendyol" yazıyor. Aman Allahlım kabus gibi değil mi. İnsan bu ahlaksız düzene son vermek zorunda. Hava, su, toprak, ateş el ele verdi, bize dur artık diyor dur. Duymak nasip olsun, belki de doymak nasip olsun inşallah.
Kemal Sayar, dinlemeyi çok sevdiğim biridir. Televizyonda karşınıza çıkarsa, hiç kaçırmayın, mutlaka öğrenerek ayrılırsınız ekranın başından. Fakat hiç okumamıştım. Planıma dahil etmemim sebeplerinden biridir.
Ruh Hali'ni tercih ettim, çünkü aldığım ilk kitabıydı. Doğru bir tercih olmuş, çok güzeldi. Hatta okullarımız açılınca, psikoloji sınıflarıma performans ödevi olarak okutmayı düşündüm. Becerebilirsem konuya ebeveynlerden en az birini de dahil etmeyi planlıyorum. Sınıfın düzeyine göre.
Kitap, isminin hakkını vermiş. İnsan ruhunun her haline bir başlık açmış. Sevgiden, nefrete. kıskançlıktan, empatiye kadar pek çok duygusal durumlarımız, uzman gözüyle değerlendirilip, herkesin rahatlıkla anlayacağı bir dille anlatılmış. Kitabın sonuna doğru, ruh sağlığındaki bozukluklar ve kişilik konuları da ele alınmış. Çok faydalı, çok güzel bir kitap olmuş. Kesinlikle okuyun derim.
Bloğa denk gelen insanlar için amme hizmeti olsun, Kemal Hocanın olgun kişiler ve karakter bozukluğu olan kişilerle ilgili yaptığı değerlendirmeyi, somut bir rehber gibi yazacağım buraya. Önce kendimizi, sonra çevremizi bir değerlendirelim bakalım.
"Kendi kendini idare edebilen, sorumlu, disiplinli, amaçları olan, işbirliği yapabilen, empatik, kibar, yardımsever, kendini aşabilen, idealist, maneviyatı olan, sezgisel, hayal kuran insanların olgun kişiler olduğu düşünülür.
Karakter bozukluğu olan insanlar, amaca ulaşmak için yalan söyler, ve başkalarına zarar verirler. Kendi ihtiyaçlarını görmek için başkalarını istismar eder ve bunu umursamazlar. Temel dertleri kendileridir. "
Temmuzda oyuncumuz Julianne Moore. İki filmini seyrettim. İlki daha önce televizyonda tanıtımına denk gelip, konusu merak ettiğim bir filmdi. Sonra ne mi oldu. ben seyretmeyi unuttum .Hep yaptığım gibi. 😀 Madem temmuz ayını, Moore'a ayırdım hadi seyredeyim dedim.
Türkçeye "unutma beni" diye çevrilmiş. Hikayeye çok denk düşmüş. Üniversite hoca olan, dil bilim uzmanı bir hanım, kalıtımsal nedenlerle, elli yaşında alzheimer hastalığına yakalanıyor.
Filmde aile ilişkileri ve dünyanın anlamı hakkında sorgulama yapmanıza neden olacak bir hikaye var. Ömrünü kelimelere adamış bir insanın başının kelimelerle derde girmesi; Yunus'un, "malda yalan, mülkte yalan. Var birazda sen oyalan" sözünü hatırlattı bana. Dünya ve ondan elde ettiğimiz kazanımlar çok geçici. Bu gerçek insanın yüzüne çarpıyor filmi seyrederken.
Bu hanımın üç tane yetişkin evladı var. İlk iki çocuk, annenin tabiriyle gerçek bir kariyere sahip. Son çocuk ise, hayallerinin peşinden gitmeyi tercih etmiş. Doğal olarak, sorumsuz yaftası yemiş. Gerek anne, gerek büyük kardeşler tarafından, sorun olarak algılanıyor. Kaderin cilvesine bakın ki, anne bakıma muhtaç kaldığında, çok istemelerine, annelerini çok sevmelerine rağmen, büyük çocukların o övünülen kariyerleri, annenin yanında olmaya engel teşkil ediyor. Sorumsuz yaftasını yiyen küçük kardeş ise annesinin yanında gerçekten olabilen tek evladı.
Ne çok zorluyoruz çocuklarımızı değil mi. Onlar için, hatta bizim için, neyin iyi olduğundan nasıl bu kadar emin oluyoruz, o da başka bir tartışma konusu. Yazının başında dediğim gibi böyle böyle aşıyoruz haddimizi sanki.
Ayrıca, hastalık genetik. Hanımın çocuklarında da görülme ihtimali yüksek. Annenin evlatlarını çağırıp, durumu izah etmesi, gözyaşları içinde özür dilerim demesi, çok dramatikti. 😪
Diğer film ise, mayısta kitabını okuduğum körlük. Kitabı okuduktan sonra, filmi olduğunu duyunca şaşırmıştım. Okuduklarımı düşününce, bunlar nasıl olurda filme çekilir, diye düşünmedim değil. O nedenle heyecan yaptım film için. Tabi ki dehşetin boyutu, kitaptaki kadar değil ama kitabın ruhu da kaçmamış, kısaca sevdim. Kitabı okurken de hissetmiştim, filmi seyrederken de hissettim, insan esfele-i safilin noktasına, her an inebilir. Yani aşağıların aşağısına.
Yine kitabı okurken düşündüğüm, filmi seyredince, aklıma gelen bir detay var. O üçüncü koğuştaki dangalaklar, önce yemek kutularını gasp etti, sonra yemek vermek için insanların değerli eşyalarını... Orada karantinadayken ne yapacaklardı o değerli eşyaları acaba :)))
Gülüyorum ama dehşete kapılmama neden olan detaylardan biridir. Aç gözlülük, bir kişilik özelliği ve elde ettiklerinin işlevsel olması gerekmiyor, Sadece elde etmesi lazım, tatmin olmak için. Bu duygu, kişiyi fazlasıyla saldırgan yapabilir. Ürkünç.
Ağustos ayı için; yazar. Debbie Macommer. oyuncu, Emma Roberts
Görüşmek üzere, selametle....