"Eğer tam yetkili bir Eğitim Bakanı olsaydınız, ülkedeki eğitim sistemini düzenlemek, sağlıklı ve topluma faydalı bireyler yetiştirmek için eğitim konusunda neler yapardınız? Hedefinize ulaşmak için karşınıza ne tür engeller çıkabileceğini düşünüyorsunuz ve bunları aşmak için hangi tedbirleri alırdınız?"
Seviyorum bu seriyi. Bazen fırsat olmuyor, bazen hiç fikrim olmayan konular seçiliyor, o nedenle her zaman yazamıyorum ama seviyorum bu seriyi. Bu hafta konu benim meslek hayatımla bağlantılı iki kelam etmekte fayda var dedim. Ayrıca bu ara okuduğum bir kitapla denk düşen hali var. Hem biraz kitaptan da bahsederim diye düşünüyorum.
Kitap uzun yıllar Amerika'da öğretmenlik yapmış bir kişi tarafından yazılmış. Okulun iddia ettiği gibi özgür düşünen, yaratıcı bireyler yetiştirmek gibi bir misyonu yok diyor. Eğitimle ilgili yapılan toplantıların satır arasını okursanız, amaç ortaya çıkar diyor. Bu zorunlu ve okulda verilen eğitimin tek amacı, sisteme gönüllü köle, zihinleri iğdiş edilmiş, sürüler üretmektir, diyor. İnsanları uzun yıllar okula kapatmak, hayattan öğrenmenin önünde bir engeldir diyor. "duyarsınız ilkokul mezunu, ama emrinde Harvard mezunu elemanlar çalıştıranı. Saf saf eğitimsiz insan emrinde en iyi okullardan mezun olanları çalıştırıyor der, hayıflanırız diyor. Bu en büyük saçmalık, o ilkokul mezunu eğitimin âlâsını almıştır, tek eksiği diplomadır" diyor.
Haklı mı, bence haklı. Uzun yıllar insanları okul ortamında tüm gün tutmak, kişisel gelişimin önünde bir engeldir. İnsanları gerçek hayattan koparıyor. Bununla ilgili kendi aile çevremden bir örnek vereyim. Kuzenim ortaokula başlayınca, okulu sevmediğini, gitmek istemediğini söyledi. Tüm ebeveynler gibi dayımda endişelendi, zorladı ama ilk dönemden sonra pes etmek zorunda kaldı. O zamanlar, dayımında ortak olduğu bir mermer atölyesi işletiyorlar. Kuzenim ısrarla, atölyede çalışmak istiyor. Aklınca patron bebesini oynayacak. Dayım "hayır bizim atölye olmaz. Komşu esnaf torna tesviye işinde, seni oraya çırak vereceğim, dedi. Bizim kuzen, tabi mecburen, komşu atölyede çıraklığa başladı. Şimdi çok başarılı bir tornacı. Dayımın fabrikada mermerlerin işlenmesi için kullanılan makinalarla kuzenim ilgileniyor. Biz her sene kurbanı dayımın fabrikasında keseriz demiştim, daha önce hatırlarsınız. Bu sene fabrikaya gittik, kuzenim kurbanla uğraşıyordu, eşi gösterdi. Mermer işlemekte kullanılan kocaman bir makina - teknik bilgimiz yok, nasıl işliyor bilmiyorum ama bir bandın üstünde tüm aksanıyla duran, bir buçuk metre uzunluğunda bir makina- kuzenim yapmış, baştan sona. Bu çocuk makina mühendisi değil. Ortaokul terk. Ama üretken, başarılı ve iki çocuk sahibi, mutlu bir baba.
Yazarın tespitlerinden biride şu. Amerika'da ki istatistiklerden bahsediyor, 1920'lerden itibaren. çeşitli aralıklarla askere alımlarda, okur yazar olma durumu tespit edilmiş. Ama en basit düzeyde, yani elindeki evrakı okuma ve evrakın istediği şeyi anlayıp anlamadığı test edilmiş insanların. Okullaşmanın az olduğu 1920'de oran %92 ama okula ayrılan bütçenin arttığı, okullaşmanın çoğaldığı dönemlerde bu oran peyderpey %83'lere kadar düşmüş. Yazarın iddiası, okullar insanları aptallaştırıyor.
Yine kendimden örnek vereyim, ben ilkokuldayken, sosyal bilgiler dersinde Osmanlı Tarihi baştan sona işlenirdi. Şimdi 4. sınıf çocuğuna Kanuni'nin Viyana seferini, sebeplerini sonuçlarını anlatabilir misiniz. Mümkün değil. Dün okulda sorumluluk sınavı vardı. Felsefe dersinde ilk söylediğimiz şeylerden biri "ilk filozof, Milet'li Thales'tir", zümre arkadaşım bunu sormuş ki, daha basit bir soru sorması neredeyse imkansız, 11 öğrenciden doğru cevaplayan 3 kişi.
Bu çocuğun problemi değil aslında, herkes bu kadar düşünsel, metafizik konulara hakim olacak ilgisi olacak öğrenecek diye bir kaide yok. Biz bu çocukları ısrarla okulda tutarak, onların hayattan öğrenmesinin önüne geçiyoruz.
Bence; insanlara ilkokulda okuma yazma ve temel beceriler öğretilmeli. Sonrası işinde ciddi sorumluluk sahibi kurullar tarafından ortaokula devam edecek öğrenciler belirlenmeli, diğerleri yazarın "açık öğrenim" dediği, hayattan öğrenmelerine fırsat verecek, alanlara yöneltilmeli. Bakın bugün üniversite yurtlarına, kızım kaldığı için biliyorum. Temel temizlik alışkanlıklarını öğrenmeden üniversiteye giden insanlar var. Tuvalette sifona basmayıp, giden insanlar var dedi kızım ilk yıl kaldığı yurtta malesef kat arkadaşları ile ortak kullanıyorlardı bu alanları. Ki kızımın kaldığı yurt nispeten daha iyi, mülakatla öğrenci alınan bir vakıf yurdu. Her gelenin girdiği yurtları siz düşünün. Bunlar çok basit, insan hayatı için temel alışkanlıklar ve değerler. Bizim sistemimizde üniversiteye başlamış ama bu temel değerleri öğrenememiş insanlar var. İşte bu aslında, hiç alakası olmadığı, belkide hiç ilgilenmediği, dikkatini çekmeyen bir dolu bilgi yüklenen insanın, o yükü taşımak için, en temel değerleri ikinci plana atması sonucu oluşuyor.
Bugün 20 yaşına geldiği halde, tek başına kalsa, hayatta kalmayı başaramayacak insanlar var. Yetersiz ve mutsuz. Çocukların en verimli döneminde, isteyen istemeyen, seven, sevmeyen, herkesi okula doldurup, birde her türlü disiplin aracını minimuma indirip, başarılı, kendine yeten özgür bireyler yetiştirmeyi hayal ediyoruz. O yüzden "büyük bir hayal" olarak kalıyor.
Eğitimle ilgili sıkıntıları konuşanların, en büyük sıkıntı olduğu bir dönemdeyiz. Bence konu "bu kadar okula ihtiyaç var mı" diye konuşulmaya başlanmalı. Radikal bir değişim şart çünkü.
selametle.